İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Türkiye'nin ilk üniversite kütüphanesi… Tarih sahnesinde ilklerden biri olarak yer edinen bu kütüphanenin geçmişi çok ötelere dayanıyor. 15. yüzyılın ikinci yarısında Fatih Sultan Mehmet'in kurduğu medreseye ait olan kütüphane, 1933 yılına kadar Darülfünun Kütüphanesi adıyla hizmet verdi. Ve derken mimar Hüseyin Başçetinçelik ve Şandor Hadi tarafından yeni bir bina tasarladı. 1970-1985 yılları arasında bu iki mimar tarafından Laleli ile Beyazıt arasında inşa edilen yeni bina, geçmişten bugüne uzanan pek çok kıymetli esere ev sahipliği yaptı. 28 yıldır Beyazıt Meydanı’nda hizmet veren kütüphane, Türkiye’nin en eski ve kitap kapasitesi açısından en büyük üniversite kütüphanesi unvanının sahibi. Ama ne var ki ölüm fermanı çoktan imzalanmış…
Başçetinçelik ve Hadi’nin tasarladığı kütüphane binasının yaklaşık bir yıl önce yıkılacağı konusu gündeme gelmişti. Henüz 28 yaşında, oldukça az sayıdaki nitelikli kütüphane mimarisi örneklerinden biri olan bu bina yazık ki yıkılacak. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet; “2014'te Beyazıt'taki Merkez Kütüphane yıkılacak ve aynı yerde modern bir kütüphane binası inşa edilecek. 2014'te Avcılar’da da yeni bir merkez kütüphane inşa edeceğiz” demişti.
Kütüphane binasının dünyaya geliş sürecinin hikâyesine yakından bakalım biraz da… Bina, 1964 yılında ulusal bir yarışma ile projesi elde edilmişti ve bir büyük oditoryum, iki küçük konferans salonuyla birlikte idari kısımları da kapsayacak şekilde geniş bir alan ihtiyacına göre tasarlanmıştı. Yarışmanın jürisinde ise Oktay Aslanapa, Sait Kuran, Adnan Ötüken, Asım Mutlu, Tuğrul Akçura, Feridun Akozan, Turgut Cansever, Maruf Önal, Naim Şukal, Cahide Tamer, Ercüment Tarcan, Muhlis Türkmen gibi dönemin ileri gelen kütüphaneci, mimar ve mühendisleri yer alıyordu. Ve yarışmayı Hüseyin Başçetinçelik ve Şandor Hadi’nin projesi kazanmıştı. Bu proje, bir avlu çevresinde konumlanan U şeklindeki bir plan şemasına sahipti.
Taşıma işlemi hiçbir zaman gerçekleşmedi
Ancak bu yarışma için bazı tarihi yapılar yok ediliyordu ve ortada birtakım problemler vardı. Mimar Ömer Kanıpak, Radikal Gazetesi’nde yer alan “Bir Hüzünlü Yapı” başlıklı yazısında şöyle anlatıyordu yarışmayla ilgili aksaklıkları: “Koruma ilkeleri açısından bugünün hassasiyetlerinin pek bulunmadığı bir dönemde jüri üyeleri yarışmaya açılan alandaki hayli ilginç bezemelere sahip tarihi üç katlı yığma bir yapıyı ve Seyfi Arkan’ın Frank Lloyd Wright’tan etkilenerek tasarladığı Beyazıt Trafo Binası’nı kütüphane binası için yok etmeyi göze almışlardı. 1946 yılının şartlarına göre ciddi bir ihtiyaç olan elektrik dağıtım trafosunun kentin en önemli meydanlarından birine konumlandırılması sorgulanmazken 20 yıl kadar sonra alan yarışmaya açıldığı zaman trafonun başka yere taşınması planlanmış, kütüphane ihtiyaç programı da bu öngörüye göre oluşturulmuş, mimarlar da projelerini bu varsayımlara göre tasarlamıştı. Lakin bu taşıma işlemi hiçbir zaman gerçekleşmemiş, yarışmadan dört yıl sonra proje sözleşmesi yapılmış ve bir sene sonra da temel atılmış olmasına rağmen binanın sadece okuma salonlarının bulunduğu bölüm 16 yıl sonra açılabilmişti”.
Dinamik ve zengin bir iç mekân organizasyonu
Şandor Hadi’nin tasarım kimliğini yansıtan kütüphane binasının, dışarıda pek algılanmasa da çok dinamik ve zengin bir iç mekân organizasyonu var. Kanıpak, yazısında binanın iç mekânını şöyle resmediyor: “Binanın dışından algılanması mümkün olmayan çok dinamik ve zengin bir iç mekân organizasyonu var. Üç büyük dikdörtgen kütle içinde ortadaki servis çekirdeği çevresinde farklı kotlarda konumlandırılmış okuma salonları görsel ilişkiyi kaybetmeden ve rafların ve masaların arkasında kaybolmadan Hertzberger’in 1972’deki Centraal Beheer ofis binasındaki gibi bireysel çalışma nişlerinin yaratılmasına imkân veriyor. Kotlardaki bu mimari oyunla ezici olabilecek büyük bir mekân daha insani ölçekte ancak kesintisiz bir şekilde parçalara ayrılıyor. Dolaylı ışığın tavandaki eğimli plaklardan yansıyarak mekânı doldurduğu kütüphanede bulutlu havalarda bile yeterli aydınlatma sağlanabiliyor”.
Yıkmak yerine alternatif çözümler bulunmalı
Türkiye’nin “modern” mimarlık tarihin en özgün yapılarından biri İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi binasını yıkmak ve belli bir dönemin mimari izlerini sadece fotoğraflarda kalmış bir anı olarak seyretmek yerine başka bir çözüm üretilemez mi peki? İşte bu noktada Kanıpak şunları aktarıyor: “Türkiye’nin sayılı önemli mimarlarından olan Şandor Hadi’nin uygulanmış sadece 10 projesi olduğu göz önüne alınırsa, Türkiye’nin 'modern' mimarlık tarihinin en özgün yapılarından biri olduğu akademik çevrelerce de kabul edilen İÜ Merkez Kitaplığı’nın korunmasının önemi daha iyi anlaşılabilir. Yıkılıp yeniden yapmaktan çok daha düşük bir bütçe ile günümüzün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde çağdaş koruma ilkeleri ile tadil edilip üniversite öğrencilerinin ve üyelerinin bilimsel ve akademik araştırmalarında ana mekân olarak yıllarca hizmet vermeye devam edebilir. Üniversitenin mimarlık kültürünün sürekliliği ve korunması konusunda daha hassas davranarak alternatif çözümler bulması bu yapının yaşatılması için tek çare gibi görünmekte. Aksi takdirde bir üniversite bile elindeki değerleri bu şekilde müsrifçe harcarsa Türkiye’nin mimarlık tarihi 1900’lerden sonra ancak kitaplarda ve fotoğraflarda yaşayacak gibi görünüyor”.