“Artık Mimarların Görevi Büyümeyi Doğru Öngörebilmek”



Audi Urban Future Ödülü, 13. Venedik Bienali Mimarlık Sergisi Altın Aslan Ödülü (Iwan Baan ile birlikte) ve Holcim Gümüş Ödülü sahibi Urban Think Tank’in kurucu ortağı mimar/tasarımcı Alfredo Brillembourg, ortağı Hubert Klumpner ile Karakas şehrine ve kentin büyümesinin sosyal yaşam üzerine etkilerine odaklanan çalışmalarıyla ilgili sorularımızı yanıtladı. Urban Think Tank, özellikle çöküntü bölgelerinin dönüşümü, düşük gelir grubundan kentlilerin planlama desteğiyle kent yaşamına katılımı gibi konulara odaklanan araştırmalar yürütüyor.

Aslında New York’ta Columbia Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi almışken ve orada eğitim de vermişken Urban Think Tank’i Venezuela’nın Karakas şehrinde kurmanızın ardında yatan neden nedir?

Columbia Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi aldım ama aslında Karakas’lıyım. New York’ta çalışmak yerine geri dönüp ülkemde, özellikle gelişmekte olan ülkelerde bir şeyler üretmeyi dert edindim. Üniversitede ortağım Hubert Klumpner ile tanışmıştım, önce onunla birlikte bir Güney Amerika turu yaptık. Sonra Karakas’a yerleşip ikimiz de gün boyunca geleneksel mimarlık bürolarında iyi mimarlık, 5 yıldızlı otel, müze ve konut tasarımlarıyla uğraştık. Ve sonra Urban Think Tank’i; bu kentsel laboratuvarı, enstitü yapısını, bir sivil inisiyatif olarak kurduk. U-TT’yi öncelikle Karakas şehri için Karakaslılarla birlikte çalıştık. İkimiz de Venezuelalı kadınlarla evlendik. Ömür boyu burada yaşarız sandık ve bu nedenle Karakas’ın kentsel durumu üzerine öneri geliştirmek için burada kurduk. Sonra iki büyük olay oldu. Biz de Kolombiya Üniversitesi’ne geri döndük, bu kez profesör, öğretim üyesi olduk ve sonra İsviçre’ye yerleştik. (ETH) Zürih Üniversitesi Mimarlık ve Kentsel Tasarım Okulu’nda öğretim görevini yürütüyoruz. Ben şu an Dekan’ım.

“Sürdürülebilir Yaşamın Kentsel Model Laboratuvarı” (S.L.U.M. Lab) nedir? Disiplinlerarası bir tasarım stüdyosu olduğunu da belirtiyorsunuz, neden bu adı seçtiniz?

İlk kurduğumuzda bir mottomuz, manifestomuz vardı; kentle ilgili merakı olan, kente ilgi duyan mimarlardan ve mimar olmayanlardan kolektif bir takım kurmayı hedefledik. Bir tarafta mimar ve mühendisler vardı. Öte yanda medya ve görsel sanatlar, film üretimi üzerine uzmanlar vardı, kent antropologları, sosyologlar, coğrafyacılar, tarihçi, gazeteciler ve yazarlar vardı. Bu farklı uzmanlıkları içermemizin nedeni kentin bütün bu uzmanlık alanlarını kapsamasıydı. Biz de kentin bütüncül ve kapsayıcı bir bakışla yani bütünleşik holistik bir yaklaşımla ele alınması gerektiğine inanıyoruz.  

Venezuela Hükümeti’nin Karakas’taki gecekondu sorununa yaklaşımı nasıl ve sosyal konut politikası nedir? Karakas büyük bir metropol; bir tarafta yüksek binalarla domine bir şehir merkezi var, öte yandan organik bir biçimde dağlara dek yayılan topografyayla bütünleşen gecekondular. Karakas’tan başka böyle kentler var mı?

Karakas aslında petrol zengini, çok zengin bir ülkenin başkenti. Bu nedenle 1930’larda petrol ilk bulunduğunda, Venezuela o kadar çok büyük bir oranda büyüdü ki, bu büyüme eğiliminde göç de paralel oranda arttı. Karakas 1950’de 1 milyonluk bir kentken 2000’lerde 6 milyona ulaşan bir şehir nüfusuna sahipti. 50 yıl içinde 5 kat büyüklüğe ulaştı. Her 10 yılda, kendini ikiye katlayan bir büyüme eğrisi vardı. Aynı şekilde kentsel yüzölçümü de büyüdü. Karakas’ın artikülasyonu öteki Latin Amerika metropollerinden farklıdır. Karakas bir vadide yer alıyor. Büyüyebileceği tek yer dağların tepelerine doğru. Dağları aşan biçimde tepelerini öyle doldurdu ki şehir, Karakas tünellerden ve köprülerden oluşan bir şehre dönüştü. Çevreyolları, otobanlar dağlara nüfuz etmeye başladı. Karakas deniz düzeyinden 1000 metre yukarıda konumlanıyor. Tepeler üzerinde kurulu bir şehir yani… Biz de aslında Karakas gibi mega kentlerle ve onların zorlu koşullarıyla baş etmeyle ilgileniyoruz. Ancak küresel anlamda aslında ikincil kentlerle de ilgilenmeliyiz. Yalnızca 20 milyonluk São Paolo gibi şehirlerlerle değil 1-5 milyon arası değişen nüfusu olan şehirlerle de ilgilenmeliyiz. Biz de bu konuda şu an Inter American Development Bankası ile birlikte Latin Amerika’nın 20 şehri üzerinde çalışıyoruz. Çünkü bu şehirlerin büyüyeceğini öngördüğümüz için bütün o kentsel sorunlarla bir Karakas olmamaları için uğraşıyoruz. Artık mimar ve kentsel planlamacıların görevi büyümeyi doğru öngörebilmek.

1970’lerde Venezuela hükümetinin de göçün en yüksek oranda patladığı yıllarda bu büyümeyi, şehre olan göçü öngörememiş olması talihsizliktir. Karakas nüfusunun %60’ı şehrin yüzölçümünün %40’ında yaşıyor. Karakas’ın informal yerleşimleri olan favelaları ya da barrioları olan bu gecekondu yerleşimleri işte bu yoğunluğu taşıyan yerler. Hektar başına 400 kişi düşüyor. Aslında sizdeki gecekondu gibi zamanla ve yaşayanların kendileri tarafından inşa ediliyorlar. Biz buna “gelişen konut yapılanma modeli” diyoruz. Bir kat yapıp paraları olduğunda üzerine ekliyorlar. Aslında pek çok Avrupa şehri Ortaçağ’da bu şekilde yavaş yavaş, yıllar boyu böyle geliştiler. İşte biz plancılar ve geliştiriciler bazen bu zaman faktörünü gözden kaçırıyoruz. İstiyoruz ki her şey 2-3 yıl içinde olup bitiversin. Oysa şehirler böyle gelişmez, yavaş yavaş zamanla gelişir. 5 yıllık planlamayla bitirilmez sorunlar.

Favelaların mülkiyeti kimde?

Aslında başta devlet arazisine, kimi zaman parka, kimi zaman özel mülke ait yerlere yapılmış olmalarına karşın kazanılmış (defacto) bir hakka sahipler. Bu favelaların şehre “embed” edişi yani şehirle bütünleşmesi 3 yolla oluyor: ya şehir merkezinde metro istasyonuna, altyapının, servis hizmetlerinin olduğu ve bunlara kolay ulaşabilecekleri yere “plug in” oluyorlar/takılıyorlar, ya iş alanlarına (beton fabrikalarına, elektronik parça üreten atölye bölgesine) çalışabilecekleri yerlere ve otoyol altlarına “plug in” oluyor; ya da son olarak en kötü arazilere yani yapıma elverişli olmayan, nehir yatakları gibi yüksek riskli bölgelere… 40-50 yıldır yaşadıkları için kazanılmış hakka sahipler. Artık sorun değiller tersine çözümün kendisini temsil ediyorlar. Çünkü devlet göç hızına, şehrin büyüme hızına uygun hızda sosyal konut üretimi yapıp bu açığı kapayamadı, bu insanlara karşı sorumluluğunu yerine getirmedi. Yani gereken hızda, gereken iyi koşullara sahip ve gereken ucuzlukta konut üretemedi göç eden nüfusa. Ayrıca bir hükümetin başkanı ya da belediye başkanı olarak şehre gelecekleri engelleyemezsiniz, böyle bir hakkınız olamaz. Bunu öngörmeli ve sorumluluğunuz dahilinde sorumluluk sahibi bir yönetici olarak sosyal konut üretmelisiniz.

Torre David (David Kulesi); Karakas’ta bir bankanın yönetimine ve bürolarına evsahipliği yapmak üzere inşa edilmeye başlanmış ancak 1994 yılında inşaatın durup yapının tamamlanamadan atıl kalmasıyla insanlar tarafından kendi gereksinimleri doğrultusunda zamanla donatılarak dünyanın informal şekilde yerleşilen en yüksek binası olmuş. Bu bölge için bir alan çalışması olan yapı aslında dünyadaki bütün informal yerleşimler ve gecekondu sorunu ile ilgili tartışmalar için de vaka etütü oluşturuyor. Hızlı büyüyen, gelişmekte olan ülkeler için, uygun koşullarda ve yerlerde kendilerini yerleştiren gerilla tipi mekânlar, altyapı hizmetleri ve sosyal yapıları olan insanlar için “poster çocuğu”nu temsil ediyor. 3.000 yaşayanı olan 45 katlı yapının düşey dolaşımı yalnızca merdivenlerle sağlanıyor. Örneğin bir asansör bile bu yerleşim için inanılmaz büyük bir donatı ve servis hizmeti demek. Burada araştırma yapan ve koşullarını iyileştirmek için çalışan sizin gibi mimarlar merkezi ısıtma, soğutma ve su tesisatı kurma gibi konaklayanlar için daha işlevsel hale getirmenin olanaklılığını tartışıyorlar. Aslında dünya üzerindeki informal yerleşimlerin iyileştirilmesi için süregiden bir araştırma alanı oluşturan yapı Giancarlo di Carlo’nun “insan ve mimarlığın bir olarak işlemesi” düşüncesinin yaşama geçirilmesi için önemli bir örnek teşkil ediyor. Biraz anlatır mısınız bu yapının öyküsünü?

Torre David özel, biricik örnek; dünyanın en uzun 45 katlı gecekondusu... Kent merkezinde bir binayı işgal etmek! Baktığınızda kötü görünüyor ama bir de tersinden bakalım. Bu, şehir merkezinde bir yerleşime dönüştü, eğer insanlar burada olmasalardı dere yatağında, çok riskli bölgelerde yerleşeceklerdi, daha kötü koşullarda yaşayacaklardı. 1999 yılındaki büyük sel baskınında ve sonrasındaki artçı su baskınlarında riskli alanlarda yaşayanlar yer değiştirdiler, daha bakir bölgeleri işgal ettiler, orman arazisini talan edip, ağaçları kesip devlet arazilerine yerleştiler. Ya da gelip şehir merkezinde bu binaya yani kullanılmayan, atıl bir binaya yerleştiler. Bu binada yaşayan herkes binanın 1 millik yarıçapının taradığı alanda çalışıyor, işe gidiyor. Bu yerleşim aslında bize konut yerleşimi olarak o kadar sürdürülebilir bir yaşamı da gösteriyor ki… Otobüs şoförleri, taksi şoförleri, temizlikçiler, kasaplar vb. ayrıca bina içinde de kot üretenler farklı işler kuranlar, kafeler vardı. Bir kooperatif olmamalarına karşın birlikte yaşayan, birbirine yardım eden, yemeğini bölüşen, az miktar para bulduğunda duvarını ören, “konut”una yatırım yapan insanların kolektif yaşam alanıydı. Drenaj, atıksu tesisatı, elektrik kutusu gibi altyapısal gereklilikleri kendileri ortak üretmişler ve birlikte kullanıyorlar. Dışarıdan baktığınızda çok kötü görünmekle birlikte içinde 1 yıl çalışıp araştırdıktan sonra aslında bir sosyal konut bloğu için sürdürülebilir harika bir örnek olduğunu gördük.

Bu bizim “neden yarım ev/konut üretmiyoruz” konusunu sorgulamamıza neden oldu. Neden şehir içinde otopark yapısı gibi ana taşıyıcısını yapıp insanlara terk edeceğimiz; onların bütçeleri elverdiğince eklemeler ve oda ya da kat olarak genişlemeler yapabileceği altlık oluşturacak yapılar üretmiyoruz? Böylece kendilerinin zamanla inşa edebilecekleri (ve bu yapılanma sürecini de yönetip, kurallarını koyacak ve  işletebilecek) bir kooperatif sistemi oluşturabilirsek bu yaklaşım konut sorununa ve informal yerleşim sorununu da bir çözüm olabilir. Neden olmasın?

Çünkü bu insanlar ne istediklerini biliyorlar, ne yapabileceklerini, ne kadar sürede yapabileceklerini biliyorlar, daha fazla borçlanmak, morgıç ödemek istemiyorlar çünkü zaten paraları yok, düzenli gelirleri yok. Bu nedenle bu insanların zamana yayılan bir süreçte konut yapabilmelerine olanak tanıyacak bir finansman modelini, mikro kredi yaratma durumunu oluşturmak gerekiyor.

Biz Torre David araştırma çalışmamızla ve orada durumu iyileştirmeye yönelik önerimizle Venedik Bienali Mimarlık Sergisi’nde ödül aldık. Önerimizde koşulları iyileştirmek vardı, durumu işler hale getirmek vardı. Hükümetin konut üretmede sorumluluk almayışına, bunun eksikliğine, sosyal konut üretme yöntemine ilişkin bir tartışma ortaya koymaya çalıştık. Binaya asansör koymak, ortak alanlarda düzgün aydınlatma sağlamak, atık su ve temiz su altyapısı getirmek gibi çözümlerdi önerdiklerimiz.

Bunları uygulayabildiniz mi?

Örneğin asansör konusunda Schindler firması sponsor olacaktı. Ancak hükümet kuleyi boşaltma kararı aldı. Nüfusun yarısını boşalttı ve bizim planımızı uygulamadı.

Bu yapıyla ilgili izlediğim videoda kentsel planlamacı bir akademisyen “buradaki koşullar insan yaşamına uygun değil” eleştirisi yapıyordu ancak sanırım bu insanlara başka bir öneri de getirilmemişti, yer gösterilmemişti. En son olarak hükümetin şehir dışında bu insanlar için sosyal konut ürettiğini ve bir kısım insanı yapıdan çıkarıp oraya taşıdığını okudum. Torre David’deki güncel durumu aktarabilir misiniz? Neler yapıldı?

Evet dediğiniz gibi insanları boşalttılar. Şehir dışında yapılan bu konutlara insanlar gitmek istemiyor. Ama yapabilecekleri birşey yok, sonuçta devlet uzakta da olsa onlara yasal bir yer gösteriyor. Ama onların yapacağı şu: bu evleri alıp ya satacaklar ya da kiraya verecekler ve tekrar şehir merkezine dönecekler. Orada yaşamayacaklar, uzak onlar için. Bu açıdan çok başarısız bir plan.

Hükümet sizin gibi uzmanlarla favelaların içinde, yerinde iyileştirme öngören bir çalışma yapmayı düşünmüyor mu?

Evet dediğiniz gibi, Afrika, Latin Amerika ve Asya’da geleceğin kentsel planlaması ve tasarımı bu tip yoğun bölgelerde, bu gecekondularda yerinde çözümler üreterek, akupunktur yapmak olacak. Yani gereksinim duyulan servisi sağlamak olacak.

Teleferik istasyonu, jimnastik salonu gibi uygulamalar yapıyorsunuz favela içlerinde. Bu projeleri incelediğimde, seçilen alanda yoğunluğu azaltarak ve bir yandan yeşil alan da sağlamaya çalışarak kamusal ve sosyal bütünleşmeye olanak sağlayacak yerinde çözümler ürettiğinizi görüyorum. Önerileriniz neler?

5 ilgi alanında çalışıyoruz: gençlere yönelik spor yapıları; hastane ya da ayakta tedavi merkezleri gibi sağlık yapıları; dolaşımı sağlayacak ulaşım yapıları; konutlar ve son olarak sosyal kamusal merkezler.

Bu akupunktur sırasında yatay olan favela yerleşimlerinin, bahsettiğiniz servislere yer açabilmek için kimi yerlerde daha dikey bir hal almasını da öngörüyor musunuz?

Evet. Geleceği de formal ve informal yapıların bir aradalığında görüyorum. Karakas’ta “23 of January” “Ocak’ın 23’ü” adlı bir yerleşim var. 1950’lerde pek çok çeşitli resmi konut bloğu yapılmıştı. 20 yıl sonra çevresini informal konut yerleşimi sardı ve bu informal yapılar beraberinde aslında bu modernist yaklaşımın unuttuğu bu yerleşime eksikliğini duyduğu servisleri (dükkânlar, restoranlar ve benzeri servisler) getirdi.

Aslında biz mimar ve plancıların yapması gereken sağlık, ulaşım, sosyal beraberlik, spor, eğitim ve kültür servislerinin altyapılarını oluşturmak ve bu servisi vermek çünkü insanlar zaten konutlarını kendileri kendi istedikleri gibi yapabiliyorlar. Bu sistemin altyapısını oluşturmalıyız.

Nasıl finansmanı sağlanacak?

Aslında bunu yapmak için dünyada yeteri kadar para var. Avrupa ve Amerika’da pek çok ülke gelişen ülke pazarına girebilmek için ölüyor. Ama nasıl yapabileceklerini bilmiyorlar. Bu pazara hizmet edebilmek için üretimlerini nasıl ucuzlatabileceklerini düşünüyorlar. Hükümetler daha fazla oranda (GDP’lerini -gross domestic product-) Gayri Safi Milli Hasıla’ların altyapıya; en az yüzde 10 kadarını fakir bölgelerin altyapılarına harcamalılar. Şehir birlikleri, Dünya Bankası, pek çok vakıf, uluslararası partiler birliği vb. finansman sağlayacak farklı kurumlar var. Bizim akupunktur dediğimiz bu olayı gerçekleştirmek için bütün bu birliklerin hükümetleri harekete geçirmesini sağlamalıyız. Bu yoksul bölgelerde hükümetlerin aksiyona geçmesi için onları ittirmeliyiz.