Artık İklim Değişikliğini Konuşmalıyız!



Berlin'de düzenlenen toplantıda konuşan Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanı Sigmar Gabriel, iklim değişikliğiyle mücadele için yakın gelecekte hükümetlerarası işbirliğine gidilmesi yönünde umutlu olmadığını ifade etti.

Rapor ne söylüyor?

Bianet'ten Elif Cansu Akoğuz'un haberine göre, iklim değişikliği hakkındaki güncel verileri derleyen bir raporun pek de iç açıcı olmayacağını tahmin etmek zor değil.

Bilim adamları ve çevre örgütlerinin çabaları ve ikazları sonucunda son yıllarda nispeten artan farkındalığa rağmen dünyanın yaklaşan felaketin aksi istikametinde bir arpa boyu bile yol almamış olduğunu görmek fazlasıyla moral bozucu. Üstelik dahası da var. IPCC'nin raporuna göre 2000-2010 yılları aralığında sera gazı salınımındaki artış tüm çevre dostu teknoloji çalışmalarına ve ekonomik krize rağmen son 30 yılın rakamlarını aşmış durumda.Yani yalnızca atmosferdeki sera gazı miktarını arttırmakla yetinmiyor, her geçen yıl vitesi biraz daha yükseltiyoruz.

Bilim insanları sıcaklık artışının 2 dereceyi geçmesi halinde, deyim yerindeyse, felaket senaryoları öngörüyorlar. Sınırın altında kalabilmek ise kritik olduğu kadar zorlu bir hedef. Öncelikle 2050 yılına kadar sera gazı salınımının 2010 yılına kıyasla yüzde 40 ile yüzde 70 arasında azalma göstermesi gerekiyor.

Buraya kadar olan kısmı bile yeterince zorlu görünüyor değil mi?

Dahası da var. Yüzyılın ikinci yarısında ise sera gazı salınımını sıfıra indirmek, bununla da yetinmeyip negatif salınım yapmak, yani bugüne kadar pervasızca kirlettiğimiz atmosferi arındırmaya başlamak mecburiyetindeyiz. Sera gazı salınımı bugünkü trendinde devam ederse 21. yüzyılın sonuna kadar sıcaklığın 3,7 ile 4,8 derece arasında artacağı öngörülüyor.

Yüzyıldan kısa bir süre içerisinde bu noktaya varmak haliyle dünya çapında devrim niteliğinde kurumsal ve teknolojik değişimler gerektiriyor. Zira biz ne kadar dişimizi fırçalarken musluğu kaparsak kapayalım, sanayi sektörünün devasa bacalarından tüten zehirli dumanın dünyayı soluksuz bırakmasının önüne bireysel önlemlerle geçmek mümkün değil. Rapora göre tarih boyunca yapılan toplam CO2 salınımının yarısından fazlası son 40 yıl içerisinde gerçekleşmiş. Sera gazı salınımının gösterdiği bu ivmeli artıştaki en büyük pay da yine fosil yakıtların kullanımıyla havaya salınan CO2 gazına ait.

Raporun bana göre en ilgi çekici noktalarından biri ise şu: Düşük ve orta gelirli ülkelerde fosil yakıt kullanımı ve endüstriyel işlemler sonucunda salınan CO2in büyük bir kısmı yüksek gelirli ülkelere ihraç edilen mal ve hizmetlerin üretimi sonucunda ortaya çıkıyor. Bu da demek oluyor ki, güçlü ekonomilere sahip ülkeler üretimi sağlığı ve doğayı tehdit eden ürünleri ithal ederek bir süre daha önlenemez sonu görmezden gelme lüksünü satın alırken, az ve orta gelişmişlikteki ülkeler ekonomik büyüme hayalleri uğruna bu sanayi kollarının yarattığı kirliliğe maruz kalıyor.          

Prof. Edenhofer: Ekonomiyi küçültmez, büyümeyi yavaşlatır

Peki hal böyleyken niçin hükümetler yaklaşan felaketin önüne geçmek için ellerini taşın altına koymaktan kaçınıyor?

Sera gazı salınımını ciddi ölçekte azaltmayı taahhüt etmek gerçekten de politikacıların iddia ettiği gibi ekonominin ölüm fermanını imzalamak anlamına mı geliyor?

Prof. Dr. Ottmar Edenhofer “İklim değişikliğine karşı gerekli önlemleri almak ekonomide küçültmeye değil yalnızca büyümede bir miktar gecikmeye yol açar” diyor.

IPCC raporu normal şartlarda yüzde 1,6 ile yüzde 3 arasında seyreden büyüme oranlarında yüzde 0,06'lık bir azalma öngörüyor. Prof. Dr. Edenhofer, bu rakamlara iklimin olumlu gidişatının ekonomi üzerinde yaratacağı pozitif etkiyi hesaba katmadan ulaşıldığını da vurguluyor.

IPCC'ye göre çözüme ulaşmak için en kısa zamanda hükümetlerarası işbirliği sağlanmalı, sera gazı salınımı için global ölçekte bir birim fiyat belirlenmeli ve salınımı azalmaya yönelik her türlü teknoloji yatırımı teşvik edilmeli.

Bilim adamlarının görüşü bu yönde. Peki ya tüm bu önerileri hayata geçirme yetkisine sahip otoriteler, hükümetler ne söylüyor?

Gabriel: Deli olduğumuzu düşünüyorlar!

Bakan Gabriel, kürsüye çıkar çıkmaz net ve çarpıcı bir giriş yaparak merakımı gideriyor.

“Üzgünüm, hükümetler ne işbirliğine gitmek istiyorlar ne de ciddi ölçekte önlemler almak...”

Almanya'nın iklim duyarlılığı ve ekonomik başarının birlikte sağlanabileceğini dünyaya gösteren bir rol model olduğunu iddia eden Bakan Gabriel, ülkenin son iki yılda bir yandan büyümesini sürdürürken bir yandan da sera gazı salınımını yüzde 25 oranında azalttığını ifade ediyor. Öte yandan bakan, Almanya'yı bu yolda yalnız bıraktıklarını düşündüğü diğer hükümetlerden yana oldukça şikayetçi.

 “Çin, Hindistan gibi ülkeler sera gazı salınımını azaltmaktan söz edince Avrupa'nın sırtlarına yeni bir kambur yüklemeye çalıştığını düşünüyorlar. Yakın zamana kadar işbirliği içerisinde olduğumuz güney ve Doğu Avrupa ülkeleri de bize sırtını dönmüş durumda. Krizin ve işsizliğin ortasında iklim sorunlarıyla ilgilenmek istemiyorlar. Kapalı kapılar arkasında, hala bu işle uğraştığımız için deli olduğumuzu düşünüyorlar.”

“Yanlış insanlar tartışıyor”

Bakan Gabriel sivil toplum örgütleri, bilim insanları ve çevre bakanlarının bir araya gelip tartışmalarını “iyi niyetli” bulsa da bu şekilde bir çözüme ulaşılabileceğine inanmıyor. Sera gazı salınımındaki artışı tetikleyen en önemli unsurların artan dünya nüfusu, tüketim ve sanayi olduğuna dikkat çeken Gabriel “Artık ekonomi, enerji bakanları, devlet başkanları bir araya gelmeli. Artık ekonomiden, sanayiden konuşmalıyız” diyor.

Sigmar Gabriel Almanya'nın iklime duyarlı duruşunu övüp diğer ülkeleri işbirliğine yanaşmamakla itham ededursun, çok sayıda sivil toplum örgütü de bakanı ve Almanya'nın enerji ve çevre politikalarını eleştirmeyi sürdürüyor. Bakan'ın konuşması sırasında bir protesto gerçekleştiren “The Future” adlı aktivist grup bunlardan yalnızca bir tanesi.

“The Future”, bakanı enerji kaynaklarının kontrolünü büyük şirketlerin eline teslim etmekle ve dünyanın en kirli fosil yakıtı olan linyit kömürü kullanmakla suçluyor.