Park Otel ‘anıtına’ yüzlerini dönmüş o teyzeler dua mı ediyor? Sulukuleli o çocuğun yeni evinde yerler muşamba kaplı mı? Harem kayalıklarından görünen manzara büyük patlama mı? şişli’de rezidansların pencerelerinden çanak antenler nasıl görünüyorr? Çağlayan nereye doğru çağlıyor?
Hem malzeme, hem ruh, hem dert, hem dil olarak sokağa yakın duran Nalan Yırtmaç, ikinci kişisel sergisine ‘Lütfen Arkaya Doğru ılerleyiniz’ ismini vermiş. ıstanbul sanki bir otobüs… Arkaların hâlâ boş olduğu zannıyla ilerledikçe ilerleyen, birileri daha sığabilsin, oturanlar kalksın da bazılarına yer versin diye içindekilerin itiştikçe itiştiği koca bir otobüs. Adındaki ‘çağdaş’ı bir nişane gibi taşırken, çağın bazı sorunlarının iltiması vardır bu âlemde. Kentsel dönüşüm, o kadar sık takılmaz çağdaş sanatın çengeline.
Yırtmaç, Sulukule’deki dönüşüm sonrası, yaşadığı şehre başka türlü bakmaya başlayan bir sanatçı. Zaten kendi gözü her daim bir ‘başka’ baktığından ‘Yeni ıstanbul’un en taze polaroid manzara fotoğrafları çıkmış elinden. Katastrofobik TOKı blokları, ebrularda cisimleşen belediye estetiği, rezidans fantazmaları… Ve hepsi Nişantaşı’nda bir galeride…. Galeri x-ist’te 16 Nisan’a kadar sürecek olan sergi, Yırtmaç’ın şehirde nasıl ilerlediğini sormaya vesile oldu. Yırtmaç, Radikal Gazetesi'nden Pınar Öğünç'ün sorularını yanıtladı.
Çocukluğunuz nasıl bir mahallede geçti? Neler hatırlıyorsunuz o zamanlardan?
Bakırköy’de büyüdüm. Sokakta çocukların oyun oynayabildiği yıllardı. Bahçelere dalardık; meyve ağaçlarının tepelerinde geçti çocukluğumuz. Yazın ailece Ataköy Plajı’na yüzmeye giderdik. şimdi orası ‘girilmez’ bölge; TOKı arazisi...
Şu anda nasıl bir mahallede oturuyorsunuz? Camdan bakınca ne görünüyor mesela?
şişli kılıklı bir mahalledeyim; bol apartmanlı….Teras var bizde Allah’tan... Tam karşıya bakınca sokak boyunca uzanan apartmanların arka cephelerini, daha çok mutfak pencerelerini, bir de her zaman çamaşır asılı balkonları görüyorum. Aşağı doğru bakınca bir futbol sahası kadar büyük bir otoparkın gri beton boşluğu ve orada yaşayan çoğu siyah en az 45 kedi... ‘Yeni şehri’ gösterdiğiniz biçimde bir daha geleneksel varoş/gecekondu mahalleler var, bir de çeşit çeşit TOKı blokları… Daha modern ve demokratik olduğu ididasıyla çoğaltılan TOKı modeli yerleşimi gözünüzde bu kadar katastrofobik, bu kadar ürkütücü yapan nedir?
Tuzla ve Halkalı TOKı’lerini gezmiştik. ıçinde insanların yaşamasına rağmen, hâlâ inşaat bitmemiş ya da bitmiş ama betonlar çatlamış, patlamıştı. ışlemez halde olan asansörün boşluğunda, kazan dairesinin dehlizlerinde oynayan çocuklar görmüştük. Okul, sağlık ocağı, park, alışveriş merkezi, girişte güvenlik sistemi, Mobese’ler… Hepsi birleşince hayalimdeki hayalet oluyor. Daha çok kadınlarla konuşmuştuk. Geldikleri küçük ve bahçeli mahallelerinde kışın çocukları ve kocalarıyla karda yokuş aşağı kayıp eğlendiklerini ama buraya taşındıktan sonra kocalarının artık buna izin vermediklerini anlattılar. “Kimse kimseyi tanımıyor burada. Herkes dedikoducu tabii” diyorlardı. Düğün, sünnet gibi kutlamaları bu sitenin göbeğinde yapmak yasak. Halay çekmek yasak. Kabus hem ne kabus! Bazı teyzeler çok memnundu tabii. “Allah hepimize TOKı’de bir ev satın alma mutluluğu nasip eylesin” diyorlardı.
Buna karşılık gecekondu mahalleleri ‘güzelleşmiş’ bu resimlerde…
O senin güzelliğin bence... Aslında gecekondu diye de bir şey kalmadı. ınanmazsın şöyle bir şey duydum, kıyıda köşede kalmış birkaç gecekonduyu tescilleyip müze yapma fikri varmış. Avrupa’da falan değil ha, ıstanbul’da.
Kolajlardaki ebrular size mi ait? Nasıl bir dünya ebru?
Mimar Sinan’da okurken dört günlük bir kurs açılmıştı. Eve geldim, mutfakta ortalığı fazla batırmadan kahve tepsisinin içinde yapıverdim. Zaten ben lale, papatya peşinde olmadığımdan abstrakt ya da saykodelik lekeler yapmaya çalıştım.
Ebru hem gökyüzü hem yeryüzü, saykodelik başka bir dünyanın fonu gibi…
Evet hem fantastik, saykodelik, bazen de Japonya’daki tsunami dalgaları kadar gerçekler. Aslında ebrunun bendeki tam karşılığı belediye estetiği...
Sokağı ve sokak sanatı yöntemlerini seven bir sanatçı galeride daralır mı? Yoksa sokağı galeriye taşımak da politik bir tavır mıdır?
Dört yıldan fazla Mimar Sinan Üniversitesi’nde okudum. Sonuçta tuvale resim yapmam, galeri sahibi olup galeride tuval sergilemem, resim satmam yadırganmasın. Duvara iş yapmak benim öteki zaafım. Yaş ilerledikçe taklalar atamaz, iskele tepelerinde fink atamaz kıvama geldim maalesef. Büyük bir imaji duvarda gördüğünüzde bomba etkisi yaratıyor; kesinlikle tuvalden daha etkileyici... Ama uygulaması daha zor, boyut büyüdüğü için. Gerçekten yardımsız yapamıyorum. Geçen yıl Tütün Deposu’nda ‘Fikirler Suça Dönüşünce’ sergisi için Fener-Balat binalarından oluşan üç metreye altı metre dev bir robot yapmıştım galeri duvarına. Yardım olmasa hayatta başaramazdım. ışte böyle gerekirse duvara, gerekirse muşambaya, icabında tuvale de resim yapabililiyorum. Serginin ismi ‘Lütfen Arkaya Doğru İlerleyiniz’. İstanbul daha ne kadar arkaya ilerleyebilir?
Vallahi buna benim aklım dimağım yetmez.
Bir yandan da ilkokulda resim öğretmenliği yapıyorsunuz. Çocuk kafasına yakın durmanın bir sanatçıya faideleri neler?
Ne şahane insanlar onlar... Geçenlerde biri “E, artık saçlarınızı boyasanıza örtmenim. Çok beyaz, yaşlandınız” dedi. Ne dobralar! Aklımız varsa tazeliği, saflığı, masumiyeti hatırlamak için, insanlık için çocukların yanından fazla uzaklaşmamalıyız.
‘İlk kez mücadele veren mahalleli gördüm’
‘Kentsel dönüşüm’ meselesinin politik işler yapan sanatçıların dahi pek yanaşmadıkları bir konu olmasını neye bağlıyorsunuz? Fazla gündelik mi geliyor? O kadar havalı mı değil? Ne?
Başka sanatçıların yanaşamadıkları demeyelim. Belki bu meseleler onlara henüz dokunmamış, değmemiştir. Benim bu mevzulara bakmamı sağlayan Sulukule deneyimi olmuştur. Sulukule Platformu’ndan Aslı Kıyak, bir gün Hafriyat Karaköy’e geldi ve Sulukule’nin yıkılacağını anlattı. ‘Sulukule yıkılmasın ıstanbul’un neşesi kaçmasın’ festivaline gittik. ılk kez Sulukule’ye gitmiş oldum. Bu platform yıkıma karşı mahallede bir mücadele veriyordu. 2008-2009 yılları… Yıkımlar başladı, mahalle derneğinde çocuklarla resim ve karikatür atölyesi yapmaya başladım. Özellikle çocukların durumu feciydi. Mahalleye yerli yabancı sanatçılar, akademisyenler gelmişti. Üzerine yazılmış tezler, belgeseller, alternatif projeler, videolar, fotoğraflar… Mesela Su Yücel sadece kadınlarla bir proje yapmıştı. Hafriyat Karaköy’de ‘Sulukule’yi Aldılar Darbukamı Çaldılar’ sergisiyle bütün bu işleri sergilemeye çalıştık. Hem hukuki süreci hem Sulukule Platformu’nun mahalledeki mücadelesini anlatan dokümantasyon bir sergiydi. Gülsuyu- Gülensu mahallelerinde çalışan arkadaşlarım sayesinde oralara gittim. ılk kez mücadele veren mahalleli görmüş oldum. Sulukule halkından farklıydı buranın halkı. Mahallelere bakmaya böyle başladım. Bu sergi de çeşitli mahalle gezilerinde çekilen fotoğraflardan, gördüğüm manzaralardan ortaya çıktı. Santralistanbul’da ‘ıstanbul 1910-2010 Kent, Yapılı Çevre ve Mimarlık Kültürü Sergisi’ çok kafa açıcıydı. Bence bu sergi hiç kapanmamalıydı.