Turistik sahil beldelerinin arka sokaklarında her zaman farklı bir hayat
sürer. Henüz sezon açılmasa da, serin ama güneşli havalarda hafta sonu kıyı
bölgesindeki kafeteryaları, restoranları ve hediyelik eşya mağazalarını dolduran
yerli ve yabancı turistler, kaz tüyü montları ve pahalı güneş gözlükleriyle
kendilerini güneşin kucağına bırakıp tembel tembel otururken, kıyıdan uzak arka
sokaklar kendi halinde, her zamanki yaşamlarına devam ederler.
Rotayı çevirmek
Cunda’yı, kıyıdaki Taş Kahve ve Ayvalık
tostu yapan diğer kahvehaneler ile biraz daha arkadaki zeytinyağı ile yapılmış
mezeleriyle meşhur meyhanelerden ibaret sananlar fazlasıyla yanılırlar. Butik
otellerin sezon dışı olmasına karşın her hafta sonunu dolu geçirdiği adanın arka
sokaklarında görülmeye değer daha fazla şey vardır. Bunun için kıyıya vuran
güneşin altında tembelce oturmaktan vazgeçip, ayak burkan taşlarla döşeli dar
yollara, güneşin ulaşmadığı gölgeli ve soğuk sokak aralarına çevirmek gerek
rotayı.
Eldeki fonlarla sadece restorasyon iskelesi kurulabilen, para bitince yine
kaderine, yıkılmaya terk edilen ünlü Taksiyarhis Kilisesi’nin
önünden şöyle yukarıya doğru, dar eğri büğrü, ortası yağmurun akıp gitmesi için
çukurlaştırılan taş yollardan çıkmak gerekir. Hava soğuk olduğu için genellikle
yöre halkı evlerine kapanmış olsa da, tek tük insanlarla karşılaşılır. Sizi
sıcak bir gülümseme ve merhaba ile karşılayıp işlerine bakarlar; gelmenizden
hoşnut olunsa da yine de yabancı olduğunuzu hatırlatan bir mesafe anlamına gelir
bu. Sokakta top oynayan ve siz ilgi göstermezseniz asla varlığınızı önemsemeyen
çocuklar için bile bu böyledir. Ama onlarla ilgilendiğinizde oyunculuklarını
asla sizden esirgemezler bu çocuklar.
Cunda’nın bu dar sokakları insanı hayrete düşürecek kadar, kıyı bölgesinden
daha iyi korunmuş bir tarihi doku ile kaplıdır. Çok değerli bir mücevher gibi
göz alan ve şaşırtıcı bir şekilde karşınıza çıkan bu güzel ve bakımlı tarihi
evler, içinde “yaşandığını’’ gösteren bir canlılık sergilerler. Kıyıdaki
karışıklığın ve yapay renkliliğin tersine daha “kendi gibi’’ olan bir doğallık
içindedirler. Evlerin arasından görünen denize bakar kalırsınız; terasları
denize dönük ve yeşillikler arasındaki bu evlerde geçmişte ve şimdi sürdürülen
yaşama gıpta edersiniz.
Daha yukarılara ve arkalara doğru gittiğinizde karşılaşılan, içinde incir
ağacı büyümüş yıkıntılar, eskiden güzel olan evlerden arta kalanları gösterir.
Bu tür yerlerin kaçınılmaz gerçeğidir bu; tarihi evler yıkılmaya terk edilir ve
daha sonra yerine betondan çirkin ve zevksiz “yenileri’’ yapılır. Bu tür evler
sizi daldığınız hülyadan gerçek hayata döndürüverir. Sokak aralarındaki tek
katlı yıkılmaya yüz tutmuş eski evler, köhne mahalle bakkallarına
dönüştürülmüştür. Güzelim tarihi evlerin yan duvarlarından çıkarılmış eğreti
bacalardan sızan soba dumanı dağılır sokaklara. Toplanmamış çöpler sağda solda
öbeklenmiştir. Cunda’da insandan çok kedi ve köpeğin yaşadığı izlenimine
kapılırsınız; aldırmaz gözlerle bu hayvanlar sizi izlerler. Sonra yanınızdan içi
sebze dolu tahta sandık taşıyan bir eşekle bir adam geçer yanınızdan. Birden
tarihin içinde geriye doğru bir yolculuğa çıkmış gibi olursunuz.
Tembellik etmeden
Sokak arasında bir köşeye yığılmış balık ağları üzerinde oyun oynar çocuklar.
Balıkçılar bugün dinleniyor diye düşünürsünüz. Sokaklara park edilmiş eski
arabalar ve motorsikletler ile günümüze geri dönersiniz.
Güneşli ve soğuk bir pazar günü şişkin montlarıyla güneşlenerek tembellik
etmek yerine Cunda’nın yukarıdaki arka sokaklarına çıkan yabancılar, görülmeye
değer pek çok şeyle karşılaşırlar. Hafta sonu gezginleri yorgun argın otellerine
dönerken, henüz sezonu açmamış olan Cunda’nın gerçek sakinleri, perde arkasından
onları uğurlarlar ve sonra küçük, güzel ve mütevazi evlerinde dinlenmeye devam
ederler.