1948 İstanbul doğumlu Arif Atılgan, 1970 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. Mimarlık kamuoyunun yakından tanıdığı Arif Atılgan, en son, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Anadolu I. Bölge Temsilciliği Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yürütüyordu.
MesutT: Kadıköy'de üç mimar adayın olmasını nasıl okumak gerek? Bunu, hep imar sorunlarıyla gündemde olmasına bağlayabilir miyiz?
Onların da tesiri olabilir. Özellikle son birkaç yılda mimarların artı ya da eksi anlamda ilgileneceği projeler çıktı. Dolayısıyla mimarlara soruldu, onlar fikir ürettiler. Bu anlamda mimar adaylar öne çıkmış olabilir. Tesadüf de olabilir; ama Kadıköy için bir şans olduğunu söyleyebiliriz. Burada Kadıköy'ün kendine has özelliği ortaya çıktı, Kadıköy'e mimarlar talip oldu; şu an avukat başkanımızın dışında üç mimar aday var. Ayrıca mimarların yarışması da hoş; bunu çok samimi olarak söylüyorum. Mesela Sinan Bey (Genim) bir gazeteciye benden övgüyle bahsediyor. Bana yorumumu sorduklarında ben de 'Sinan Bey çok beyefendi bir insandır, onun zerafeti' diyorum. Ya da ben seçim otobüsü ile gezerken yolda benim önümü kesiyor; hoş şeyler oluyor yani. Nursen Hanım'ı tanımıyorum ama o da muhakkak mimarlığın verdiği kültürün zerafetiyle yarışmanın içinde. Gerçekten mimarlar kendine has yarışıyor. Bunu Kanal B'de yapılan programda da gördük. Altı kişi tartıştık, hiç kimse birbirine sataşmadı, kırıcı olmadı. Herkes kendi öngördüğü şeyleri söyledi. Elbette hepimizin bulunduğumuz bölge için düşünceleri farklıdır, ama genelde mimarlar kent için iyi şeyler söylüyor, mimarca söylüyor. Umarım Kadıköylüler de bunu hissediyordur.
MesutT: Bir yazınızda "Kadıköylüler kentli olma stajlarını Avrupa tarafında yapmışlar, sonra Kadıköy'e gelmişlerdir" diyorsunuz. Bu 'kentli olma' hali önemli bir sebep olabilir mi?
Hakkaten Kadıköy'e direkt taşradan göç olmamıştır. Kadıköy'e gelenler önce Avrupa yakasında yaşamışlar, oradan buraya taşınmışlardır. Bu nedenle Kadıköylüler kentli olma stajlarını Avrupa yakasında tamamlayıp, Kadıköy'e 'kentli' olarak taşınmışlardır. Bu nedenle Kadıköylülerin kendilerine özgü bir kültürü, kentli ilişkileri vardır. Kadıköy, 30 yıl öncesine kadar sayfiye yeriydi ve hala bu ruh var, kaybolmadı. Dolayısıyla bunun bir rolü vardır. Ama bunda, sanıyorum son yıllarda yapılan, yapılması gündemde olan bazı projelerin de payı var. Çünkü son yıllarda gördüğümüz bazı projeler, önümüzdeki dönemde Kadıköy'e bir hücum olacağının belirtileri olarak gözükmekte. Mühürdar sahiline yapılan otel (Corner Otel), Haydarpaşa Garı'nın silüetini yok etti, Kadıköy'ün yüz yıllık silüetini değiştirdi. Kuşdili Çayırı'na bir alışveriş merkezi yapılmak isteniyor. Feneryolu'ndaki Meteoroloji alanına düşünülen dört kulenin inşaatına başlandı. Kalamış sahiline bir otel, Suadiye Oteli'nin yıkılarak daha büyük olarak yapılması gibi projeler var. Bu projeler gösteriyor ki, önümüzdeki dönemde Kadıköy'de rantçıların yapacağı daha büyük projeler olacak. Diğer aday arkadaşlar adına konuşamam, ama ben açıkçası Kadıköy'ü bu projelerden korumak amacıyla bu işe soyundum. Eğer Kadıköy'e bu anlamda bir hücum olursa bunun önü alınamayacak ve ilçe mahalle, semt kültüründen bir iş merkezi veya ticaret yapılan bir merkez kültürüne girecek. Haliyele Kadıköy'de Kadıköylü de kalmayacak. Halbuki Kadıköy'ü Kadıköy yapan insanıdır, o insanların yaşadığı mahallelerdir. Her ne kadar bizim zamanımızın iki katlı cumbalı evlerden oluşan mahallesi ile bugünki apartmanların mahallesi farklıysa da, sonuçta mahalle mahalledir. Kadıköy'de dört tarafı duvarlarla çevrilmiş, kapıda güvenlik görevlilerinin beklediği siteler pek fazla yoktur; apartmanlar vardır. Kadıköy'de semt, mahalle kültürünün kaybolacağını düşünüyorum. Haydarpaşa projesi yapıldığı takdirde zaten Kadıköy'de Kadıköylü kalmayacak.
Mühürdar sahilinde yapılan oteli ele alalım ve yapıldığı zaman neler olacak diye düşünelim. Öğrendiğime göre Modalılar, arabalarını bırakın kapılarının önüne bırakmayı, semtlerine bile park edemiyorlarmış. Bazıları arabalarını, Bostancı, Güzelyalı bölgesindeki tanıdıklarının sokaklarına bırakıp öyle geliyorlarmış evlerine. Düşünebiliyor musunuz; o otelin yapılmasından sonra park edebilenler de artık park edemeyecekler. Böylece insanlar yavaşça bu bölgeyi terk etmeye başlayacaklar. Terk edildiği zaman gündüz ticaret, gece eğlence fonksiyonları girmeye başlayacak. Bunu bütün Kadıköy için düşünebiliriz.
Çoğu adayın koltuğunun altında klasörlerle, projelerle gezdiğini görüyorum. Bazıları kartonlara çizilmiş resimleri kaldırıp gösteriyorlar. Açıkçası bunları çok komik buluyorum.
MesutT: Aslında bunu ayrı bir soru olarak düşünüyordum.
Herkes koltığunun altında projelerle gezmeye başladı. Bunu eleştiriyorum, böyle olmaz. Bana projeleriniz nedir diye sordukları zaman, ben, biraz ironi katarak ‘Kadıköy için yapılacak en iyi proje, proje yapmamaktır’ diyorum. Kadıköy’ün zaten beş ya da altı boş alanı var; eğer Kadıköy’e proje yapıyorum diyorsanız o boş alanları dolduracaksınız demektir. Kuşdili Çayırı, Göztepe Parkı, Özgürlük Parkı, Darüşşafaka’nın Merdivenköy’deki yeri, Kozyatağı’ndaki Kritoncüri Parkı ve Tarım İl Müdürlüğü’nün Bağdat Caddesi’ndeki bahçesi. Yapılacak her proje bu alanları doldurmak üzere yapılacak. Onlar dolunca da Kadıköy’ün nefes alabileceği yer kalmayacak. Kaldı ki biz boş alanları olabildiğince değerlendirmek istiyoruz. Hatta onların haricinde küçük meydancıklar peydahlatmak istiyoruz. İskelede bir meydan var ve orası da daha çok mitinkçiler tarafından kullanılıyor zaten. Büyük meydan bulamıyoruz. Bu nedenle mahalle içlerinde küçük meydancıklar açmak istiyoruz. Oralarda sokak sanatçılarının sanatlarını icra edebilmelerini sağlamak istiyoruz. Müzisyenler, mim sanatçıları; Avrupa’ya gittiğiniz zaman her yerde onları görürsünüz ve çok da hoş olur. Kadıköy’ü kültür sanat vizyonuna uygun bir şekilde yapılandırmak istiyoruz.
MesutT: Aslında kentlileşememe, kamusallaşamama, iletişememe durumunu bu meydansızlaşma üzerinden de okuyabiliriz, öyle değil mi?
Örneğin Beyazıt Meydanı 1960’larda, ortasında büyük yuvarlak bir havuzu olan çok büyük bir meydandı. Öğrenci mitingleri vs oralarda oluyordu. Yazılanlara göre ki ben de öyle düşünüyorum, 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kentler meydansızlaştırılmaya başlandı. Beyazıt Meydanı’nı labirent gibi bir yer yaptılar; artık o genişliğini hissetmiyorsunuz. Karaköy’de, Aksaray’da, Eminönü’nde, Taksim’de meydanlar vardı ama yok edildiler. Oysa meydanlar tarihte de önemlidir. İnsanlar, meydanlarda birbirlerini görürler, iletişim kurarlar, kentli olmak meydanlarda sağlanır. Kültür meydanlarda oluşur, çünkü insanlar oralarda birleriyle iletişim halindedir. Sadece kentlerin değil, kasabaların ve köylerin de meydanları vardır. Meydanlar, kentlerin olmazsa olmazlarıdır. Ama bizde açıkçası meydan kültürü de yok edildi. İnsanlar yol kenarlarında falan oturuyorlar. Hatta parklara çıkılması bile istenmiyor gibi. ‘Evinde otursun, bir yerlere gidilip gelinecekse de gidilip gelinsin’ gibi düşünülüyor. Oysa ulaşımcılar, insanlar kent içinde ne kadar çok hareket ederlerse, o kadar medeni, hem kültür hem de maddi anlamda zengindirler derler. Biz Kadıköy’de insanların birbirleriyle buluşabilecekleri ve ilişki kurabilecekleri yerler yaratmak istiyoruz. Olanları korumak, olmayan yerlere yapmak amacındayız.
MesutT: Kadıköy’ün yapılaşma anlamında doygunluk noktasına ulaşmış olması bütün altyapı meselelerini hallettiği; bundan sonra tamamen üst yapı odaklı projelere yönelineceği anlamına mı geliyor?
Kadıköy’ün altyapısı tamamdır, ama eğer biraz önce bahsettiğimiz projeler gerçekleşirse bu altyapı yetmeyecektir. 1980’li yılların başlarında İstanbul’un en lüks semtlerinden Bağdat Caddesi’nin sokaklarından lağım aktığı hatırlanacaktır. Çünkü Bağdat Caddesi’nde o zamana kadar köşkler, bahçeli evler vardı. 1970’li yıllarda kat karşılığı inşaat patlayıp apartmanlaşma başlayınca öyle binalar yapıldı ki, örneğin tüm Göztepe’deki konutlardan daha fazla insan barındıran apartmanlar çıktı. Dolayısıyla o evlere göre yapılan ve 15’lik büzlerden oluşan altyapı yetmemeye başladı; patladı. O nedenle her yer yeniden kazıldı, altyapı yenilendi. Kadıköy’de genel emsal 2.07’dir; İmar Yönetmeliği de 3 emsalden fazla olamayacağını karara bağlamış. Şimdi yapılan binalara baktığımız zaman, İmar Yönetmeliği’nin üst sınırı olan 3 emsali bir şekilde deldiklerini görüyoruz. Bodrum kat hariç, çıkma hariç vs derken 7 ya da 8 emsalli binalar görüyorsunuz. Böyle binalar yapılmaya başlanırsa, altyapı da yetmemeye başlayacaktır. O zaman tekrar kazmak, ortalığı şantiyeye döndürmek gibi bir durum ortaya çıkar ki ben kişisel olarak buna öteden beri karşıyım. İstanbul’da doğdum büyüdüm; aklımın ermeye başladığı andan itibaren bir sene için bile olsa hiç inşaatın yapılmadığı bir sokakta oturduğumu hatırlamıyorum. Ya bir apartman inşaatı vardır, ya kaldırım yapılır, ya da elektrik, doğalgaz vs için kanal kazılır. İstanbul’da öyle. Hatırladığım ilk inşaat Taksim’deki AKM ki yıllarca önünde tahta perdeyle durdu. Daha sonra uzun seneler Karaköy alt geçidinin inşaatını izledik. Bu şunu gösteriyor: Türk insanı bitmiş bir kentte yaşamayı bilmiyor; hiç yaşamadı. Şantiyede yaşıyoruz ve şantiyede yaşamayı normal bir şey gibi benimsemişiz; bundan mutlu da oluyoruz. Ben Kadıköy’de bunu delmek istiyorum. İnsanlar bitmiş sokakların, bahçe duvarlı binaların olduğu yerlerde yaşasınlar istiyorum. Kadıköy’de büyük inşaatlar yapılmasına da bu nedenle karşı çıkıyorum. Elbette depremle ilgili yenilemeler olacaktır. O inşaat faaliyetlerini de batıda olduğu gibi üstünde binanın resminin olduğu örtüyle kapatarak, dışarıya inşaatın hiçbir kirliliğinin yansıtılmadığı yöntemlerle çözmek istiyorum. Biz, bitmiş bir kentte yaşamayı yabancı filmlerde görüyoruz.
MesutT: Aslında bu anlamda şantiye alanında nelere uyulması gerektiğini düzenleyen prosedürler de var.
Zaten Türkiye’de kanunlarda her şey var; ama sorun onları uygulamak ve uygulatmak.
MesutT: Ataşehir, ayrı bir ilçe olarak seçimlere giriyor. Bu Kadıköy için bir avantaj mı?
Kadıköy tarihi sınırlarına çekilmiş oldu. Sınırları yeniden, E5’in altı, Bostancı, Haydarpaşa ve deniz arasına geldi. Tarihteki Kadıköy de burasıydı. Cumhuriyet öncesinde ve Cumhuriyet başlarında Yeldeğirmeni ve Moda iki semt. Moda gelir seviyesi daha yüksek olanların ve Levantenlerin, Yeldeğirmeni de orta hallilerin yaşadığı yerler. Kızıltoprak ötesi ise Bostancı’ya kadar sayfiye yeri.
MesutT: Kadıköy’ün kentsel mekan standartları anlamında homojen bir yapısı olduğunu söylemek zor. Bu aradaki fark hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz, ayrıca bu anlamda bir homojenlik olmalı mı?
Kadıköy’de adayların çözmek durumunda oldukları en sorunlu alan Fikirtepe, Dumlupınar ve Eğitim Mahallelerinin olduğu bölge. O bölgeyi saymazsak, Kadıköy’ün neredeyse homojen bir yapısı var. Bizim amacımız, o bölgedeki insanları da bu homojen yapıya yaklaştırmak. Bu doğrultuda bazı projelerimiz var; ama Kadıköy genel olarak insanların ekonomik ve kültürel anlamda aralarında çok uçurum olan bir bölge değil. Bu üç mahallenin olduğu bölge, Büyükşehir Belediyesi’nin planlarında özel proje alanı olarak ayrılmış; boş yani. Belli ki, seçimlerden sonra kentsel dönüşüm yasası çıkacak ve buraya yasaya uygun olarak bir kentsel dönüşüm projesi uygulanacak. Eğer yasa tasarıdaki gibi çıkarsa, o tasarıda insanlar pek dikkate alınmıyor. Bölgenin insanı yok sayılarak proje yapılıyor. Dönüşüm sadece binalar için değil, insanlar için de uygulanmak isteniyor. Yasa bu şekilde çıkarsa, o bölgedeki insanlarımızın evlerini terk etmeleri gibi bir durum çıkacaktır ortaya. Benim endişem, sadece oradaki insanların terk etmesiyle yetinmeyecekler. Kentsel Dönüşüm Yasası öyle bir yasa olacak ki, onu Bağdat Caddesi’ne de uygulayabilecekler. Çünkü ilgili idare belirli bir gerekçe gösterdikten sonra ada bazında bir alanı kentsel dönüşüm alanı olarak ilan edebilecek. Bütün İstanbul için bir deprem sorunu var; bu adadaki binalar depreme karşı güvenli değil dedikleri zaman, orayı kentsel dönüşüm alanı ilan edebilecekler. Aslıdan kentsel dönüşüm projeleri sadece çöküntü alanlarına değil, her yere uygulanabilecek. Bunu herkes bilsin.
Biz konuyu bu şekilde ele almıyoruz. O mahallelerde, mahalleye göre plan yapılmasını arzu ediyoruz. Daha önce çeşitli yerlerde ve oradaki insanlara da söylediğim şey, Kadıköy’ün genel emsalinin üzerinde emsal isteyerek kendilerini riske atmamalarıydı. Çünkü bu şekilde oraya yapılacak plan hem daha başka konulara gider, hem de yoğunluk o kadar artınca orası yaşanılacak bir yer olmaz. Oraya proje yapacak ilgili idarelerdeki insanlara da, o insanları yok sayarak plan, proje yapmamalarını söylüyorum. Biz oraya ya 2.07 emsaline göre normal bir imar planı yapmak istiyoruz; ya da paftaları önümüze koyup ve vatandaşla da tartışarak Kayışdağı örneğinde olduğu gibi bir çözüm üretmek istiyoruz. Küçük parsellerde ki çok orada zemin artı üç kat gibi bir formül düşünülebilir. Bu daha makul bir yaklaşım gibi, çünkü herkes kendi parselini bir şekilde değerlendirebilecektir. Öbür seçenekte belki de insanların birleşmesi gerekecek ve bizim insanımız bunu sevmez. Elbette bunları oradaki insanlarımızla oturup tartışacağız; ama bunlardan birini orada gerçekleştirmek istiyoruz. Eğer bu gerçekleşirse, oranın insanını da orada muhafaza etmiş olacağız. Giderek daha düzgün binalar ve daha düzgün bir çevre oluşacak.
MesutT: Kuşkusuz bu bahsettiklerimiz hem bölgede yaşayan insanlarla, hem de Büyükşehir Belediyesi ile bir diyalog gerektiriyor.
Büyükşehir Belediyesi’nin yetkisi var; 1/5000’lik Nazım Planı yapıyor. İlçe belediyesi de o plana uygun 1/1000’lik Uygulama İmar Planı’nı yapmak zorunda. Böyle bir hiyerarşi var; ama daha önce söylediğim gibi ilçe belediyeleri ille de o 5000’lik Nazım Plana uygun plan yapmak durumunda değil. Plan yapmaz ve bir yıl sonra Büyükşehir Belediyesi resen yapar ya da kendi uygun gördüğü planı yapar, Büyükşehir Belediyesi’ne de yazılı olarak görüşlerini bildirir. İlçe belediyesi, bunları yaparak kendi tavrını ortaya koymuş olur. Bunu halkıyla birlikte yaparsa, o bir ağırlık yapar, güç olur. Bu, yasaların da üstünde bir güçtür ve üstelik yasadışı da değildir. Biz bunun için kent konseyini özgür ve özerk kılmak; bu kararlar kent konseyinde alınsın istiyoruz. Kent konseyleri, halkın, sivil toplum kuruluşlarından temsilcilerin oluşturduğu bir yapılanma.
MesutT: Siz de kent konseyindesiniz. Mevcut yapı söylediklerinizi gerçekleştirmek için ne kadar uygun?
Resmi Gazete’de yayınlanmış olan şu anki Kent Konseyi Yönetmeliği buna uygun değil. Bu yönetmeliğe göre Başkan Meclis Başkanı oluyor, Başkan Yardımcısı konsey içinden seçiliyor, sekreterya da belediyenin bir müdürlüğü oluyor.
MesutT: Belediyenin bir organı gibi yani...
Evet. Göztepe Parkı’na camii yapılması ilginç bir örnektir. Belediye o projeyi istemediği için yapılmadı ama Mühürdar sahilinde yapılan otel öyle değil demek ki. Halk istemiyor ama Kadıköy Belediyesi istiyor. Keza Kuşdili Çayırı... Ben kent konseylerine seçenlerin meclisi diyorum. Katılımcı demokrasinin sağlanması için halkın seçtiği insanların karar süreçlerine katılması çalışması yapılıyor. 550 bin kişinin tamamı katılamayacağına göre, onların temsilcileri katılacaklar. Kent konseyi, sivil toplum kuruluşlarından, sendikalardan, derneklerden, üniversitelerden temsilcilerin olduğu bir meclis oluyor. Biz kent konseyini yönetmelikte tariflendiği gibi değil, olması gerektiği gibi özgür ve özerk kılmak istiyoruz. Bizim saydamlıktan anladığımız bu. Bir diğer konu da meclisi anlaşılabilir şekilde tartıştıracağız. Meclise dışardan gelen bir konuk da neyin konuşulduğunu, neyin kabul edilip edilmediğini bilecek.
MesutT: İstanbul'un 2010 Kültür Başkentliği süreci genelde fiziki yapının yenilenmesi bakımından ele alınıyor. Ama katılımın sağlanması açısından bir ivme yaratılmasında kullanılamaz mı?
Genel olarak Kültür Başkentliği sürecine eleştirel bir gözle bakılmaya başlandı; ben de o şekilde yaklaşıyorum. 2010 İstanbul projesi, fonlar projesi gibi bir şey olmaya başladı ki bu bir sıkıntı. Elbette düzgün projeler de vardır ama genel anlamda baktığımızda, bu başlığa yakışır proje yok. Daha önce bahsetmiş miydim bilmiyorum ama Güney Afrika Cumhuriyeti’nden bir STK yetkilisi ile görüşmüştük. O, “2010’da bizde Dünya Kupası finalleri olacak, sizde de 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri. Bizim orası gibi siz de dönüştürüleceksiniz; böylece yabancılar kötü ev, kötü sokak görmeyecek”. Onların gecekonduları, bizdeki ilk gecekondulardan da kötü durumdalar. Havaalanından kente gelirken yol etrafındaki böyle alanları yok ediyorlarmış. Oysaki o insanlar da kentin bir parçası, kentli. Evet onları kaldırınca yabancılar o gecekonduları görmeyecek ama siz böylece esas kentliyi gizlemiş oluyorsunuz. O insanları utanılır bir meta gibi görüyorsunuz. Ama bunda o insanların bunda bir kabahati yok. Ülkenin yöneticisi insanını görmekten utanıyor; ne kadar acı. 2010’a dönersek, 2010 projesi bizim sıcak baktığımız bir proje olmaktan çıktı. Ama biz bunu 2010’da olması gerektiği gibi Kadıköy’de kutlamak istiyoruz. Kentle ilgili fikir yarışmaları, sergiler, forumlar, yuvarlak masa toplantıları organize etmek istiyoruz.
MesutT: Aslında Kadıköy’de bu kültür altyapısı var...
Kadıköy, her türlü kültürel etkinliğin yapılabileceği bir yer. Biz zaten Kadıköy’ün vizyonunu kültür sanat olarak belirledik. Bu anlamda örneğin Kuşdili’ni tarihi kimliğine döndürmek istiyoruz. Oradaki betonu kaldırıp, koruluk ve yeşillik bir hale sokacağız. Orası bir rekreasyon alanı olacak. Buranın bir bölümünü de sanatçıların direkt olarak halkla iletişim kurabileceği aktif bir sanat pazarı haline getirmek istiyoruz. Oradaki binalarda galerin olmasını, hatta bir ‘Kuşdili Ekolü’nün oluşmasını hedefliyoruz.
MesutT: Kadıköy’de sürdürülebilirlik, ekoloji anlamında neler yapılabilir?
Bu konularda düşüncelerimiz var ama bugün için ancak birer öneri olabilirler. Sürdürülebilir, doğa dostu enerji elde etme yöntemleri var, ama bugün için kentin içinde uygulaması zor ve maliyetli sistemler. Örneğin toprağın kendi ısısını enerjiye çevirip kullanmak gibi bir yöntem var. Sanki daha çok yazlık yerlerde uygulanabilir bir yöntem gibi. Sürdürülebilirlik ve alternatif enerji konularında bir şeyler yapmak isteyenlere destek vereceğimizi söyleyebilirim.
MesutT: Kadıköy, deniz açısından İstanbul'un şanslı ilçelerinden. Kadıköylü bundan faydalanabiliyor mu?
Kadıköylülere şu mesajımız var: Belediyenin size getirdiği hizmeti sadece apartmanınızla ya da sokağınızla ölçmeyin. Size Kadıköy’ün tamamını yaşatabiliyor mu, nasıl yaşatıyor; belediyeciliği öyle ölçün. Çünkü her tarafı yaşayabilmek kentli olmanın gereklerinden biridir. Kadıköy, bunu talep eden insanlardan oluşuyor. Ama insanlar bazı yerlere de gitmek istemiyorlar; rahatsız oldukları yerler de var. Bazı insanlar Bağdat Caddesi’nde geziyor, bazıları sadece sahile iniyor veya neredeyse günleri paylaşmışlar bazılarının indiği günlerde diğerleri inmiyor. Kadıköy Haydarpaşa arası zaten bir hercümerç. Orası kentsel sit alanı ilan edildi, zaten orada bir düzenleme yapılacak. Ama Kadıköy’ün tamamını Kadıköylülerin yaşayabileceği bir hale sokmak istiyoruz. Daha önce saydığım Kuşdili Çayırı, Göztepe Parkı, Özgürlük Parkı, Darülşafaka’nın yeri, sahil dolgu hattı; bütün bu yerler Kadıköylülerin rahatça yaşadıkları yerler olsun istiyoruz. Bağdat Caddesi, Bahariye de öyle. Yeldeğirmeni bölgesini de yenileyerek yaşanılan bir yer haline getirmek istiyoruz. Her semtin insanı, kendi kimliği ve kişiliği ile orada yaşasın istiyoruz. Bunun için de Kadıköy’ün bu ölçekte kalması gerek. Elbette depreme karşı yıkılıp yeniden yapılabilir; ama ölçek bu olmalıdır.
Bir de projeler konusunda şunu eklemek isterim: Bizlerin konuştukları öneridir, proje değil. Böyle bir yanılgı var ortada. Söylediklerimiz, kendi bölgelerimizle ilgili hayallerimizdir. Bunları ‘projem’ diye çıkarıp göstermek doğru değil. Proje uygulamadan önceki safhadır; öneri kabul edilmişse, projesi hazırlanır. Kuşdili Çayırı ya da Yeldeğirmeni ile ilgili önerilerimiz için önce proje hazırlanacaktır, sonra uygulamaları yapılacaktır. Mobil Pazar Yerleri diye bir önerimiz var. Herkes, pazar yerine eski Migros arabaları benzeri araçlarıyla gelecek ve oradan satış yapacak. Uygulamaya geçeceği zaman onun da bir projesi hazırlanacak. Bizim prensibimiz, bütün bu projeler yarışma yöntemi ile elde edilecek. Birçok adayın ‘şunu, bunu yapacağım’ dediğini görüyorum. Kamu için bir kamu arazisi üzerinde gerçekleştirilecek bir proje bizim keyfimize göre ne kendimize ne de bir tanıdığımıza yaptırılmalıdır. Sadece jürinin karar verdiği bir süreç de olmayacak. Sahil dolgu alanında ya da bir başka yerde yaptığımız bir alanda kolokyumlar düzenlenecek ve halk da orada olacak. Projeler orada konuşarak, tartışarak, hep birlikte kabul edilecek. Vatandaş, “Aaaa, şurada bilmem ne yapılmış” demeyecek; bilecek, çünkü kendi karar vermiş olacak o yapılan şeye. 'Kadıköy için en iyi proje, proje yapılmamasıdır' diyorum, ama yapılacak olanlar da yarışma yoluyla olacak.
MesutT: Kadıköy böyle kalsın diyorsunuz ama metrobüsün gelmesi, Marmaray gibi projeler mutlaka bir değişim yaratacaklar. Bu anlamda ne düşünüyorsunuz?
Maalesef metrobüsün geldiği Söğütlüçeşme bölgesiyle ilgili çeşitli projeler var, ama o projeleri ben dahi göremiyorum. Hatta Kadıköy Belediyesi’ndekilerin de görebildiklerini sanmıyorum. İşte böyle olmamalı. Biz bölgemizle ilgili kararların ne olduğunu bilmeli, bilmenin ötesinde onları tartışmalı, kabul ya da reddetmeliyiz. Bizim sağlamak istediğimiz de bu. Dikkate alınır mıyız? Demin söylediğim gibi, halkla birlikte biz tavrımızı koyarız.
MesutT: Mimar, planlamacı, mühendis adayların seçim sürecine ne kattıklarını düşünüyorsunuz? Mimarlar Odası deneyiminiz size nasıl bir katkı sağladı?
Yıllardır, genelde Mimarlar Odası toplumda eleştiren kurum olarak ön plana çıktığı için olsa gerek ‘mimarlar bu işe soyunmalı’ denir. Herkes soyunmalıdır, o ayrı bir konu; ama bu mesleklerden olan insanlar kentten daha bir iyi anlarlar. Bu dönem de bu kadar çok mimar aday olunca ‘nereden çıktı bunlar’ deniliyor. Belki yakın zamanda mimarlar artık çıkmasın da denilebilir. (gülüşmeler) Kendi adıma, Mimarlar Odası deneyimimin çok büyük katkısı var tabi. Mimarlar Odası bir okuldur. Oda içinde tartışılarak fikir üretilir. Emin olun, o tartışmalarda fikriniz değişir; doğru bildiğiniz şeylerin yanlış olduğunu görürsünüz. Bu anlamda daha bir farkındayız konuların. Bizim aldığımız terbiye, koruma ile kamu ve toplum yararıdır. Korumadan kastımız, kentin tarihi ve kültürel değerleri ile insanının korunması. Kamu ve toplum yararı ise yapılan projelerin kamu ve toplum yarına olup olmadığıdır; kişi ya da belli bir kurumun yararına değil. Eğer kendimizi aydın olarak görüyorsak, aydın olmanın gereği de budur.
MesutT: Adaylığınız yaşamına ne kattı / katacak, sonrasını nasıl etkileyecek?
Açıkçası sonrasını düşünmüyorum. Ben siyasetçi değilim, tabi ki bana etkileri oldu. Siyaset, zor ve kuralları farklı bir arena. Hiçbir şey bizim meslek odasında benimsediğimiz gibi değil. Hatta buranın kuralsızlıkları benim kurallarım, kurallar ise kuralsızlıklarım içine giriyor diyorum. Ama insanların siyasete girmesi de gerekli, çünkü yöntem bu. Bunu tribünde olan arkadaşlarım için de söylüyorum, ben bu kadar senedir tribündeydim; sahadakileri eleştiriyorduk, ama şimdi sahaya inmek istiyorum. Artık ben de yapabileceklerimi, yeteneklerimi orada göstermek durumundayım.
MesutT: Şimdi sizin başkanlık adaylığınızdan bahsediyoruz ama bunun meclisi, daha bir alt kademesi olan muhtarlığı vs de var.
Tabi, her kademede olsa daha da iyi ve yavaş yavaş da oluyor. En büyük eksisi ise benim daha düzgün, programlı bir hayatım vardı. Ama örneğin şimdiye kadar sabah içtiğim bir bardak sütle durdum.
MesutT: Siyasetin farklı bir arena olduğundan bahsettiniz ya, somut olgular üzerinden hareket eden bir zihinde bu ‘kirli’ ortamın nasıl bir çatışma yarattığını merak ediyorum aslında...
Bu alıştığım gibi bir ortam değil, bu anlamda sıkıntı çekiyorum. Ben bir de Mimarlar Odası’nın kurallılığına alışmış bir insanım. Hatta orada bile ben fazla prensipli, kuralcı olmakla eleştirilirdim. Ama güzel tarafını da söyleyeyim; insanlarla birebir sıcak bir ilişki kurabiliyorsunuz.