Arabalardan Nasıl Kurtuluruz?



İzmir benim fikrimce artık “araba kusuyor’’. Kentin her yanında, bütün yollarında sağlı sollu park etmiş olan arabalar kimseye “geçit vermiyor’’. Günün her saati kent içi yollar yoğun bir araba trafiği görüntüsü sergiliyor. Sabah ve akşam saatlerinde ise yollarda arabayla veya herhangi bir kara aracıyla ilerlemek mümkün olmuyor. Nereye bakarsanız bakın araba görüyorsunuz; sadece yollar değil, kaldırımlar, parklar, deniz kenarları, ara sokaklar, her yer araba dolu. İnsanlar sanki yemeyip içmeyip araba alıyorlar ve sonra arabalarını nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Arabalar, İzmir’i ve İzmir’in tüm güzel beldelerini, parklarını, yollarını, binalarını kirletiyorlar ve çirkinleştiriyorlar. Arabalar artık kentlilerin yaşamını kolaylaştırmak yerine onları başka bir çok sıkıntıya mahkum ediyor; hayatı zorlaştırıyor, çevreyi kirletiyor ve üstelik kazalar yüzünden insan yaşamına yönelik büyük bir tehlike yaratıyor.

Kentin en güzel, en prestijli yerleri, arabalar yüzünden güzelliğini kaybediyor. Mesela, Pasaport’ta deniz kenarında oturup bir çay içmek istiyorsunuz. Ama önünüzde park etmiş sıra sıra arabalar yüzünden denizi bile göremiyorsunuz. Kordon’da akşamüstü hem bir şeyler içmek hem de doyumsuz bir güneşin batışı manzarasını seyretmek istiyorsunuz. Ama önce arabanızı park edecek bir yer bulmanız gerekiyor. Kordon boyunca gidip geliyorsunuz ve arabanızı küçük bir alana zar zor sığdırdıktan sonra kan ter içinde bir yerde oturduğunuzda güneş çoktan batmış oluyor. Arabaların duvar gibi kıyıyı kapattığı bu güzelim mekanda sağınıza bakıyorsunuz araba, solunuza bakıyorsunuz araba. Korna gürültüsü, egsoz dumanı cabası.

Kişisel başkaldırı

Bu çirkinlikler yüzünden kişisel başkaldırı duygusuyla giderek daha fazla insan, arabasız bir yaşamı tercih ediyor ve gideceği yere mümkün olduğunca araç kullanmadan, yürüyerek ulaşmaya çalışıyor. Çalışıyor diyorum çünkü bu araba istilası altındaki kentte yürümek gerçekten oldukça zahmetli bir eylem. Her şeyin arabalara göre düzenlendiği İzmir’de yürüyecek yer bulabilirseniz tabanlarınıza kuvvet yürüyebilirsiniz. Kaldırımlar, sanki yürümek dışında başka her tür amaç için yapılmış gibi, yayaların kullanımına uygun değil. Kent, kavşaklar, viyadükler ve otobanlarla parça parça edilmiş durumda. Yaya olarak bazen karşıya geçecek bir yer bulamıyorsunuz; ne yaya yolu var ne de trafik ışıkları. Yaya trafiğinin akıcı olması için hiçbir önlem alınmamış.

İzmir’de bir grup insan da bisikletliler için yaşam alanı sağlanması amacıyla trafiğe çıkıyorlar. Ama bisikletle trafiğe çıkmak bizim kentlerimizde ‘’kelle koltukta’’ gitmekle eşdeğer. Arabaya bindiklerinde canavara dönüşen bazı sürücüler, bisikletlileri görmezden gelerek onlar için tehlike yaratıyorlar. Gelişmiş ülkelerin büyük kentlerinde yaya yolunun yanı başında bisiklet yolu da bulunuyor. Kentliler, zarif giysileriyle, bir ellerinde kahve bardaklarıyla dünyanın en kolay işini yapıyormuş gibi tek elleriyle bisiklet kullanıyorlar. Oysa bizim kentlerin yollarında dikkat ederseniz bisikletliler başlarında kaskları, dizlerinde dizlikleri, her türlü önlemi alarak savaşa gider gibi bisiklet kullanırlar. Bisiklete binmek bizim kentlerde hiç de kolay değildir.

Keşmekeş

Bütün bunlara karşın, hala otoparkların yetersizliğinden, otoban ve duble yol yapımından, viyadüklerden söz edilmesi oldukça can sıkıcı. Ne kadar yol yapılırsa yapılsın bu keşmekeş ve yoğunluğun önlenemeyeceğini kimse anlamak istemiyor. Bırakın otoparkların çok pahalı olmasını, kimsenin oralara park etmek istememesini. Dünyanın en pahalı benzininin satıldığı yoksul ülkemizde havayı kirleten, hayatımızı tehdit eden arabalardan kurtulmak için önlemler üzerinde konuşalım. İzmir’i arabasız bir kent haline getirmenin olanaklarını yaratalım. Kimse kent içinde araba kullanmak istemesin; buna gerek duymasın ve arabalarından kurtulsun. İzmir, tramvayların, vapur, metro ve tren vagonlarının vızır vızır işlediği bir kent haline gelsin.