Toprakla bu yeniden kavuşma, çok yeni olmayan balkonda
saksı yetiştiriciliğinin yeni bir dönemi. Çicek yetiştirmenin ötesine geçen,
saksıda doğal sebze veya meyva yetiştirme uğraşı... Bu tarz bir yetiştiricilik,
büyük ölçüde cesaret, inat ve sevgi ile yürütülmekte.
İstatistiklere
göre, ülkemizde 1970’li yılların ikinci yarısında hızlanan şehirleşme sonucu, şu
anda nüfusumuzun yüzde 70’den fazlası kentlerde oturuyor.
Şehirleşmenin,
hemen hemen tamamına yakının, “plansız” ve “rant
baskısı” altında gerçekleşmiş olması, “çok katlı”,“çok konutlu” ve “tek yapıda yaşam” anlamına
gelmekte.
Bu koşullarda yaşam, aynı zamanda “topraktan uzak yaşam”
anlamına da geliyor.Topraktan uzak olma “doğal” olmasa gerek, en azından
şimdilik öyle.
Apartman binalarının “daire’’ ölçeğinde, bir kaç kuşak
daha yaşayacak olursa, insan yapısı da buna uyum sağlayacak ve “toprak- insan”
ilişkisi ‘’yabancılaşarak”, insanın zayıf ilişkilerinden biri durumuna
gelebilecek...
ALİ BABA'NIN BİR ÇİFTLİĞİ VAR,
ÇİFTLİĞİNDE...
Günümüzün şehirli insanı “hay-huy”u bol, adeta
sersemleştirici bir yaşam tarzı içinde, henüz "doğa özlemini" unutmamıştır; ona
“birgün bu şehri terkettiğinde’’ kavuşacağını zannetmekte ama bu duygusunu
beyninin ardına atıp, erteleyerek yaşayıp gitmektedir.
Bilhassa “Ali
Baba’nın çiftliği” şarkısıyla yetişen ve günün birinde kendisinin de bir
çiftliği olabileceğini, böylece doğanın içinde ve daha mutlu yaşayacağını
düşleyen kuşak ...
Bu grup şehirlilerden yüksek gelir gurubunda
olanların, bir çok gazete haberinde de yer aldığı gibi, son bir iki yıldır geniş
terasları veya bahçeleri olan konutlara yönelip, buralarda ekim-dikim faaliyeti
yapmaları yeni bir sektör doğurmuş durumda.
Örneğin, Referans
Gazetesi’nin 16-17 Haziran 2007 tarihli sayısında yayınlanan, “Kent insanı
yeşile sarıldı, botanikçiler talebe yetişemiyor” başlıklı bir habere göre, şehir
hayatından bıkan kent insanının evinde oluşturduğu küçük doğa alanları, hobi
bahçeciliğini 50 milyon dolarlık bir pazara ulaştırmış. Diğer taraftan, sayıca
az da olsa bir kısım şehirli apartman dairesi sakini, toprakla ilişki konusunda,
daha mütevazı bütçeler ve temkinli bir yaklaşımla saksı boyutunda tarımsal
deneyler yapmakta. Her iki gruptan da üyeleri olan ama balkon bahçıvanlarının
çoğunluğu oluşturduğu PDA (Pembe Domates Ağı) bu yaklaşımın somut bir örneği.
PDA örneğinde, önce “gerçek ve lezzetli domates tadı”nın peşine düşerek yola
çıkılmıştı. Sonra varlığı tesadüfen farkedilen doğal ve evladiyelik (“heirloom”)
pembe domates keşfedildi ve bu keşif evlerde çoğaltıma açıldı. Bu bir
“serüven”di. Sonradan oluşan ağ, şimdilerde benimsediği bir Manifesto ile pembe
domates tohumunu da koruma altına alma çabasında ...
"KENT
TARIMI" KAVRAMI
Kentlinin
doğaya ve doğala dönüş özlemi biçiminde özetlenebilecek bu konu ile dolaylı
ilintili ve son yıllarda dünya kalkınma gündeminde önemli yer tutmaya başlayan
kavramlardan birisi de “kent tarımı”. Başta Birleşmiş Milletler
olmak üzere pek çok sivil toplum örgütü tarafından 1990’lardan bu yana
uluslararası toplantılarda tartışılan kent tarımı, kent içi ve çevresinde,
bilinen tarım dinamiklerinin devreye sokularak kentin daha akılcı kullanımı,
artı değer yaratılması, doğal kaynakların tasarruflu kullanımı hatta işssizliğe
çare olarak önemli bir potansiyel olarak görülmektedir. Kara (2005), “Kent
Tarımı” tarifini Michael Levenston’a atfen şöyle vermekte:
“Kent
tarımının ne olduğu hakkında çok farklı fikirler ileri sürüyorlar. Balkondaki
tek saksıda tıbbi aromatik bitki yetiştirmek de geniş bir bahçede pazara
ürün yetiştirmek de kent tarımcılığıdır”.
Henüz genel bir tanımı
yapılmamış olsa da doğal kaynakların, yalnızca “sınırlı”değil, artık “bitmek”
üzere olduğunu daha yeni farkına varanlar için hem “kent tarımı”, hem “yerel
tohum” meselesi. ciddiyetle ele alınması gereken konular. Bu çok açık. Biz yine
kendi PDA örneği ve ölçeğinden hareketle balkon/apartman tarımına
dönelim...
BALKONDA TARIM
Toprakla bu
yeniden kavuşma, çok yeni olmayan balkonda saksı yetiştiriciliğinin yeni bir
dönemi. Çicek yetiştirmenin ötesine geçen, saksıda doğal sebze veya meyva
yetiştirme uğraşı... Bu tarz bir yetiştiricilik, büyük ölçüde cesaret, inat ve
sevgi ile yürütülmekte. Bu durum, bu uğraş sahiplerinin temel karakter
özellikleri aynı zamanda. Başlangıçta korkarak, sanki bir başka uğraş zamanından
çalıyormuş izlenimi verilerek, hatta deyim yerindeyse bir parça “çaktırmadan
(!)’’ girişilen bu uğraş, günlük yaşamdan en az yarım saati ve haftalık
tatil günlerinden birinin en az üç saatini bitkilere ayırmayı
gerektiriyor.
Esasen bu konu da kendi sektörünü yaratmış durumda. Geniş
balkonlar ve terasların bahçe ve tarım alanına dönüştürülmesi için teknoloji ve
ticaret çoktan elele vermiş durumda. “Ekolojik çatılar endüstrisi” gibi
.
Sürdürülen çaba, saksıda çiçek yetiştirmenin ötesine geçtiğinde,
sınırlı da olsa tarım üretimine doğru bir hamle yapılmış olur. Dolayısıyla
bilgi, deneyim ve gelenek önem kazanmaya başlar. Yetiştirilmek istenen bitki
türüne karar verildiğinde, kolay yol; paketlenmiş tohum veya hazır fide edinerek
işe başlamaktır. Çarşıda, pazarda satılan tohumların, fidelerin çoğu, son yirmi
yıldır çeşitli deneme ve deneyler ile “doğallığı” ya da “organikliği” nerede ise
tamamen ortadan kalkmış ''hibrid-bir kerelik'' olan, buna karşılık ön ilaçlama
yoluyla her türlü zararlıya karşı genetiği güçlendirilmiş, bu yüzden ürün alması
“garantili” türden. Bitkinin yaşatılma koşulları ise zaten aldığınız ambalajın
üstünde yazılıdır. Ama böyle “şüpheli’’ özelliklere sahip bir tohumun
yaşatılması, yeşertilerek yetiştirilmesi ne kadar doğru? Zaten marketler 12 ay
boyunca doğal mevsimi dışında yetiştirilmiş rengarenk ama son derece lezzetsiz
ürünlerle dolu değil mi? Gidip marketten alırsınız, uğraşmaya ne lüzum
var?