Ulu Önderimizi, ölümünün 67. yılında ''bugünkü tartışmalara'' da ışık tutan sözleriyle analım.
Aynı zamanda kültür devrimcisiydi
Fransa Devlet Başkanı Chirac'ın AB üyeliğimiz için "Önce kültür devrimi yapmalısınız" sözü, birilerinin, uygarlıkların beşiği ülkemizdeki Cumhuriyet devriminin çağdaş uygarlık kazanımlarını da anımsatarak vereceği yanıtı bekliyor... Atatürk ise, "Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür" derken, bunun ne denli köklü birikimlerle bütünleştiğini "Biz, 5000 yıldır bu topraklardayız..." sözü ile dünyaya kanıtlamıştı.
Ölümünün 67. yılında Atatürk'ü ''uygarlıkların izindeki'' güncel konularımıza da ışık tutacak görüşleriyle anmak istedik.
Çünkü, adeta tüm ulusal kimliğimizle ''Anadolulu'' olmayı bırakarak ''Avrupalı'' olmamızı hedefleyen bir ''AB'ci'' lik karşısında; ''Doğu'yla Batı'nın birleştiği yerde bulunduğumuz, Batı'ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bundan, bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka bir sonuç beklenemez...'' (06.03.1922, TBMM) diyen Ulu Önder'den 'ders' ler almanın tam zamanı...
Örneğin, son zamanlardaki ''tarihi kent(ler)e çağdaş yapılar eklenmesi'' tartışmalarında da, Atatürk'ün özellikle ''modern mimarlık'' konusundaki vurgulamaları her gün daha bir değer kazanıyor.
1931'de Ankara'daki Etnografya Müzesi inşaatını ziyaretinde; ''Eski milletler büyük çalışmalar sonunda 'kendilerine has birer mimari stil' yaratmışlardır. Son asrın sanat çalışma ve düşünmeleri sonunda da 'modern bir mimari' doğmuştur. Fakat bu modern mimari de her milletin düşünce ve karakter farklarıyla birbirinden ayrı bir görünüş ve anlamdadır...'' dedikten sonra, şunları ekliyor:
''Bir İtalyan modern mimarisiyle bir Alman modern mimarisi arasında çok değişiklikler vardır. Bu modern mimariler bütün 'görünüşleriyle de hangi milletin malı olduğu' nu anlatmaktadır. Bizde de asrın bütün düşünce ve ihtiyaçlarına cevap verecek, ruhlarımızı okşayacak bir modern mimari lazımdır. Fakat bu modern mimari diğer milletlerin taklitçiliği değil, yurdumuza has, Türklüğe özgü bir mimari olmalıdır... Bize orijinal bir modern Türk mimarisi lazımdır.''
Bilime dayalı siyaset
Kentin planlama ve kimlik önceliklerini gözetmeden ''Hükümet kararıyla'' tasarlanan, bu nedenle meslek ve bilim çevrelerince eleştirilen 'Haydarpaşa' ve 'Galata- Port' türünden projeler için de siyasi erkin ''biz bu işi biliriz...'' havası, Atatürk'ün reddettiği bir tavır... İşte, 1923'teki bir konuşması: ''İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki, beni bilim adamları aydınlatsınlar.''
Yaşamı boyunca 'içtenlik'le izlediği bu anlayışın ''kent planlaması''ndaki karşılığı da şu sözlerinde yansıyor; ''Şehircilik işlerinde de, teknik ve planlı esaslar dahilinde çalışmak lazımdır. Bunun için belediyelerimizi aydınlatmak, klavuzlamak işiyle uğraşacak, merkezde, bir teknik büro kurulmasını tavsiye ederim...'' ... (01.11. 1937, TBMM)
Bugün ise, örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ndeki 'planlama bürosu'nda hemen tüm uzmanların ''gereksizdir ve zararlıdır'' dedikleri 3. Boğaziçi Köprüsü bile ''teknik ve planlı esaslar dahilinde çalışma''yı çoktan unutan siyasetçilerin dayatmasıyla yeniden gündemde...
Yabancılaşan aydınlarımız
Atatürk'ün, yine son yıllarda daha da yaygınlaşan ''anlaşılamaz akademik konuşmalar'' ve ''halka yabancılaşan bilimsel söylem'' konusunda da sanki böylesi bir durumu daha o yıllardan ''sezdiği'' ni gösteren uyarıları var: ''...Aydın sınıfı ile halkın anlayış ve hedefi arasında doğal bir uygunluk olması lazımdır. Yani, aydın sınıfın halka telkin edeceği fikirler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır...'' diyen Ulu Önder, hemen her konuda ülkenin gerçeklerini yorumlamak yerine ''Batı ülkelerinden'' örnekler verenler için de şunları söylüyor:
''Bir millet için saadet olan bir şey, diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği halde diğerlerini bedbaht edebilir. Onun için millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden istifade edelim, ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.''
Ve sanki yine bugün doruğa çıkan ''yabancılara öykünenler'' hakkında da aynı konuşmasını şöyle sürdürüyor: ''...Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genellikle şu hatamız vardır ki, araştırma ve çalışmamıza zemin olarak çok vakit kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama kendimizi bilmeyiz.'' (20.03.1923, Konya gençleriyle konuşma.)
'Bizim' Ermenilerimiz
Güncelliği ısrarla ''sürdürülen'' konularımız arasındaki ''sözde Ermeni soykırımı''... dayatmalarında da ''gerçeği'' ... aydınlatan yine Atatürk...
Bu ısrardaki ''kapitalizm çıkarlarını'' açıkça vurgulayan konuşmasında diyor ki; ''Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından çok, dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu.'' (01.03.1922, TBMM)
Aynı sözlerin, genelde tüm ''farklı kültürel beraberlikler'' imiz için de geçerli olduğunu ise şu sözlerinden görebiliyoruz... ''Memleketimizde yaşayan gayrimüslim unsurların başına ne gelmiş ise kendilerinin yabancı entrikalarına kapılarak ve ayrıcalıklarını kötüye kullanarak, vahşi bir şekilde takip ettikleri ayrılma siyaseti neticesidir.'' (28.12.1919, Ankara ileri gelenleriyle bir konuşma)
Ona göre 'Atatürkçülük'
Evet... Bugün 10 Kasım ve kim bilir kaç kez ''Atatürkçüyüz'' sözlerine ''manevi mirasçısıyız'' da eklenecek... Oysa bu 'içtensiz' liğe karşı da tarihsel uyarısını şöyle yapmıştı:
''Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, ilimdir ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilimin gelişimini inkâr etmek olur.
Benden sonra, beni benimsemek isteyenler bir temel eksen üzerinde, akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar...''