Ankara İçimi Acıtıyor



Ankara içimi acıtıyor, yüreğime dokunuyor. Karnı delik deşik, bağırsakları dışarı dökülmüş, can çekişen bir canlı gibi çaresiz uzanan Yenişehir sokaklarına, kaldırımlarına, caddelerine bakıyorum da gözlerime inanamıyorum. Her biri bir tuzak olan garip çukurlar, taş yığınları, sökülen defalarca -hiçbir açıklama yapılmadan- sökülen kaldırımlar. Aldığım kokulara inanamıyorum, çöp ve lağım kokuyor kent merkezi.

Ihlamur ağaçlarının gölgesindeki, akasya baharlarıyla buram buram tüten sokakları; Atatürk Bulvarı’nda, kestane ağaçlarının altındaki bulvar kafelerini anımsıyor muyum, yoksa rüyamda mı gördüm diye soruyorum kendime. İnanın, artık yanıtı bilemiyorum. Kim, hangi güç, uygar bir ülkenin başkentinde, ülkenin kurucusunun adını taşıyan zarif bir bulvarı, şehirler arası trafiğin akması için kentlerin dışından dolanan çevre yollarına çevirebilir? Bu sorunun yanıtı bellidir. Böyle bir güç yoktur. Kendini bilen her ülke tüm kentlerinin tarihi dokusunu korur, yeni inşaat yeni ve boş alanlara yapılır.

Soruyorum; Türkiye uygar bir ülke midir? Hangi kıvrak zekâ, hangi dirayetli yönetim, kent merkezinin ana caddelerinin kıyılarını otomobiller park edebilsin, böylece trafik tıkansın ve işlemez olsun diye değnekçilere ihale etmiştir; şehrin trafik sorununu çözecek metronun inşasını yarıda kesip de? Soruyorum; kent merkezleri, yurttaşların iş takip edeceği, alışveriş yapacağı yerler değil midir? Soruyorum; Ankara’da yayaların nerede yürümesi beklenmektedir? Meşhur Fransız film yönetmeni Tati’nin bir filminde önerdiği gibi, park etmiş otomobillerin üstünde mi? Kızılay’da, Sıhhiye’de, Kavaklı’da ve Çankaya’da, Bahçeli’de, Emek’de ve Ayrancı’da, yayaların adım atacak yer bulmaları neredeyse mucize! Kaldırımlar eğer var iseler ve eğer çukurlarla ve taş yığınlarıyla harap halde değiller ise, sokak hayvanlarının ve geri dönüşüm amacıyla çöp torbalarına müdahale eden kimselerin çabaları sonucu, çöplerden sızan leş kokulu atıklarla, lekelerle kaplıdır! Halk sağlığı için ne hazin ve tehlikeli manzara! Geri dönüşüm meselesi uygarca çözümlenemez mi?

Hangi ülke, insanlarını önce çöpten medet umacak duruma mahkum eder, sonra bir takım çöp ağalarının geri dönüşüm adına bu kişilerin emeğini sömürmesine göz yumar, sonra da şehrin kaldırımlarını her gece sabahın erken saatlerine dek çöp torbalarını yararak, içlerinden çıkanları kendilerince sınıflandırarak, işlerine yaramayanları yankılanan büyük gürültülerle oradan oraya fırlatarak, bakterileri, virüsleri dört bir yana saçarak, hem kendi sağlıklarını hem şehrin sağlığını hiçe sayan bu insanlara, ekmeklerini çöpten çıkartıyorlar diye övgüler düzer? İnanın saçmalığın bu derekesini yapıtlarında kurgulamak, “absurd edebiyatın” dahisi Ionescu’nun bile aklına gelmemişti! Biz Ankara kentine ve onun insanlarına bunu yaptık!

Hangi uygar ülke, başkentinin denetimsiz, sorumsuz ihale zincirleriyle boğulmasına; ana caddelerinin altı ay boyunca değiştirilen ve bir türlü değiştirilemeyen elektrik lambaları yüzünden, haramiler yolları kessin diye kopkoyu karanlığa terk edilmesine izin verir? Sorarım size, hangi ülke?!! Bu curcunanın, bu canhıraş mezbeleliliğin içinde, lağım çukurlarına karşı, tiksinç kokuları soluyarak, sessiz ve sitemsiz, ha bre döner, sandviç vs. yiyip koka kola vs içen, atıklarını yerlere fütursuzca bırakan, böylece çöplüğü büsbütün çeşitlendiren insanlarımıza bakıyorum, gerçek dünyada mı yaşıyorum, geleceğe dair korkunç kehanetler içeren bir bilim kurgu filmi mi seyrediyorum, bilemiyorum!

Ankara’nın uğradığı haksız ve ağır muamele tek bir kişiye, tek bir yönetime fatura edilemeyecek kadar kapsamlı ve ayrıntılıdır. Başkent Ankara’nın kent merkezi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kolektif intiharının hızlı bir göstergesi olarak karşımızdadır.