NTV Yayınları’nın “Türkiye’nin
Kültür Mirası 100 Mimari Şaheser” kitabı, görkemli tarihsel
mimarlığının aynı özenle “çağdaşlaşamadı”ğı ülkemiz için anlamlı bir çaba... Bir
yandan geçmiş mimari zenginliğimizin gururunu yaşarken bir yandan da bugüne
bakıp hüzünleniyorsunuz... Bu nedenle hem “belgesel” hem de “eğitsel” işlevi
olan kitabı sevinçle inceledim. Herkes gibi “kaygı”yla merak ettiğim de Türkiye
gibi eşsiz bir mimarlık ülkesinde “100 şaheser”in nasıl belirlenebildiği
oldu...
Nitekim kitabın müellifi Meltem Cansever, editörü
Mustafa Alp Dağıstanlı, danışman Hayri Fehmi
Yılmaz ve “seçilecek” yapılar için önerileri alınan mimarlar da “100”
sınırlamasında “zor”lanmış olmalılar ki önsözde şöyle söyleniyor: “Ne neye göre
şaheser değil, kim ve neden karar verecek, hangi ölçütlerden yola çıkılacak? Bu
devasa sorunlu ve tartışmalı işin içinden çıkmak hiç de kolay
değil-olmadı...”
Böylesi bir “zorlama”nın nedeni açıklanırken de “bu bizim için bir meydan
okumaydı” denilerek şunlar eklenmiş; “Türkiye zenginliklerinin tanıtım ve
korunmasına katkıda bulunmayı amaçladıysak, elimizi taşın altına sokup sözümüzü
söylemeliydik”…
İşte bu “sorumluluk”la yola çıkan emektarların içtenliklerinden asla kuşku
duymadığımı belirterek; “ama olmamış; zaten olamazdı da...” demekte de ben
zorlanıyorum. Ülkenin kültür kimliğini ve mimari zenginliğini belli ki
önemsemeyen bir “100 zorlaması” yüzünden olumlu bir çabanın, Türkiye için kabul
edilemez “dengesizlik”le sonuçlandığını, “emektarları kırmadan” nasıl
anlatabilirim?
Bu nedenle ben de “elimi taşın altına koyarak”, kitabın özellikle Anadolu’yu
ve sivil mimarimizi “yeterince önemsemediği izlenimini veren” tercihleri üzerine
“sözümü söyleme”ye karar verdim...
İstanbul şovenizmi
Öncelikle göze çarpan şu ki bir “Türkiye mimarlığı” kitabında 100 şaheserden
40’ının İstanbul’dan belirlenmesi... nasıl açıklanabilir?
Nitekim biri Anıtkabir olmak üzere sadece 5 yapıyla kitaba girebilen Ankara,
özellikle “Cumhuriyet dönemi”nin eşsiz şaheserleriyle bu “şovenizm”e kim bilir
nasıl bakıyordur. İzmir’den de tümü kent dışından ve ikisi antik çağdan 4
örnekle yetinilmesi, kenti bezeyen nice tarihsel ve çağdaş mimarlık şaheserine
vefasızlık...
Benzer şekilde dinsel anıtlardan seçilmiş 5 yapıtla yer alabilen Bursa; aynı
türden 3 yapıtla kitaba girebilen Edirne; bir Cahit Sıtkı Tarancı evinin bile
unutulduğu Diyarbakır; çok özel mimarili “peç sobalı” taş evlerini göremeyen
Kars; UNESCO listesine aday muhteşem konut mimarisi dışlanan Mardin;
mimarlığımızın onuru Vedat Tek’in ünlü Hükümet Konağı’yla bile temsil edilemeyen
Kastamonu; onca görkeme sahip tek bir sivil mimari örneği bile anımsanmayan
Midyat; tarihin çok özel deniz yapılarından “Selçuklu Tersanesi”ni kitapta
göremeyen Alanya; iç avlulu sivil mimarinin rakipsiz yaratıcısı Şanlıurfa;
sokak-yapı ilişkisinin hayranlık uyandıran mimarisiyle övünen Gaziantep; iklimin
biçimlendirdiği açık ve kapalı mekânlarıyla Antalya; tarihsel çarşı ve han
geleneğinin mimari şaheserleriyle Afyonkarahisar ve niceleri… Yaklaşık ‘yarısı
İstanbul’ olan bu Türkiye derlemesinde yer alamadıkları için ne kadar
içerleseler haklılar...
'Sivil mimari' yok!
Peki, bu ‘açık dengesizlik’ ve belki de unutkanlık, sadece “100 dayatması”nın
talihsizliği midir?
Kitabı belirleyen “tercih”lere bakıldığında, Anadolu’daki sivil mimarlık
zenginliğimizin yeterince önemsenmediği yönündeki izlenimimiz güçleniyor.
Örneğin Amasya’da Yeşilırmak kıyısındaki “Yalıboyu evleri” ile “Boğaziçi
yalıları” Anadolu’yu bezeyen “su mimarisi kültürü”nün eşsiz örnekleridir.
Bunlardan, ünlü “Hazeranlar Konağı” bile kitaba girememiş!..
Kütahya’nın Germiyan Sokağı, mimariyle kent dokusu arasındaki bütünleşmenin
mükemmel sentezidir... aynı sokaktaki konakların kitaptan dışlanması üzücüdür.
Hele UNESCO kenti Safranbolu’nun “tüm”den dışlanması; kutsal kitapların kenti
Antakya’nın sanki “mimarisiz” sayılması, umarım ağır kaçmaz ama
“affedil(e)mez”...
Benzer şekilde hem kentsel SİT’lerini yaşatarak korudukları için her biri
gözbebeğimiz olan, hem de ulusal ve uluslararası “mimarlık yaz okulları”nda
öğrencilerin mimarlığı öğrenmelerine “esin kaynağı” işlevi üstlenerek ders veren
Ürgüp, Göreme, Avanos, Uçhisar, Mustafapaşa ve diğer Kapadokya yerleşimlerinin,
dahası Ağırnas’ta Mimar Sinan’ı yetiştiren yeraltı kenti mimarisinin; hatta
Muğla’nın, Beypazarı’nın, Taraklı’nın, Göynük’ün ve diğerlerinin… yine özellikle
sivil mimarlıkla “hiç” anılmıyor olmaları da bilmem ki nasıl tanımlanabilir.
Kitaptaki bir diğer dengesizlik ise “Ağa Han Ödülleri” almış yapılardan
“seçme”lerde gözleniyor. 100 şaheser arasında kabul edilen 3 örnek elbette ki
gururumuzdur ama “kabul edilmeyen”lerden, Turgut Cansever’in Bodrum’daki Ertegün
Evi ile Ankara’daki Türk Dil Kurumu binası gibi örneklere de “eş saygınlık”ta
yaklaşılmalıydı...
Ne yazık ki olumlu bir çaba, ülkeye ve sivil mimariye yabancı bir
seçmeciliğin elinde “tartışılır” kılınmış... Keşke herkesin, özellikle
yabancılara “alın işte Türkiye’nin mimari birikimi” diyerek armağan edeceği bir
kitap olsaydı; ama ol(a)mamış…