'İki Antik Kentin Çığlığı'. Diyarbakır'dan "Hasankeyf Girişimi" ile İzmir'den "Allianoi Girişimi"nin Mimarlar Odası'yla birlikte 6 Aralık 2007 günü İstanbul'da düzenledikleri "Barajlar ve Kültürel Miras" paneli böyle adlandırılmıştı.
Taşkışla'daki etkinliğin "ortak çağrı"sında, "Bizler bu topraklarda boy vermiş bütün uygarlıklara sonuna kadar sahip çıkacağımızı herkese duyuruyoruz" deniyor ve ekleniyordu; "kamuoyundan destek bekliyoruz; antik kentler sular altında kalmasın."
Allianoi, 1800 yıllık yerleşim dokusu ve sıcak sularıyla günümüze kadar gelmiş en eski, en büyük sağlık merkezi... Son yılların gözdesi termal turizminin Bergama yakınlarındaki "antik öncü"sü. Buna rağmen, sadece sulama amaçlı Yortanlı Barajı'na gömülmeyi bekliyor. "Turizmi tarihle buluşturmak" yerine, gölün dibinde kalacak.
Hasankeyf ise en zengin uygarlıkların 12 bin yılda dokudukları; yakın dönemlere kadar yaşamını sürdürebilmiş en eski başkentlerden... Özellikle doğayla bütünleşmiş yapı ve mekân kültürünün anıtsal mirası. Buna rağmen, yarım yüzyıl öncesinin "çevre bilinci yoksunu" mühendislik anlayışıyla tasarlanmış Ilısu Barajı sularının altında kalacak; insanlığa kent tarihi dersi verebilecek tüm değerini yitirecek.
Böylesi "geri kazanılamaz" kayıpların günümüzdeki siyasal sorumluları için, kimliksiz bırakılan gelecek kuşaklarca ne denileceğini tahmin etsek de "terbiye" miz yazmamıza engel.
Yurtsever birliktelik
Panelin çağrısını okurken önce şunu düşündüm: Bu "tarih ve kültür kıyımı" na karşı, kendi yörelerinde mücadele eden Güneydoğulu ve Egeli "gönüllü" lerin, böylesi bir "ortak direniş" e geçmeleri ne kadar da anlamlı... Böylesi içten bir "Anadolu dayanışması", ülkenin kuşaktan kuşağa sahiplerini, "doğulu-batılı" diye ayrıştırmaya niyetlenmiş "ırkçı politikalar" a karşı da tarihsel bir "ortak yanıt" değil mi?
Hasankeyf ile Allianoi'nin ortak gerilimleri, ülkeyi yönetenlerin tüm yurt değerlerini "bölgesel ayrım yapmadan" gözden çıkardıklarının da açık kanıtı; bu nedenle her ikisi de yine bu "yurdun ulusal çığlığı".
Nitekim Taşkışla'daki panelde de sadece mimarlar, arkeologlar ya da tarihçiler yoktu... Antik kentlerin "enerji" için boğulacağını söyleyenleri "elektrik mühendisleri" yanıtladılar; "kültürel aymazlık" lar için "yasalara uygun" diyenleri, "hukukçu"lar sorguladılar. Diğer konuşmalardan da ortaya çıktı ki Hasankeyf ve Allianoi'yi yok etmeye niyetlenen anlayış, sadece tarihi boğmuyor; demokrasiden bilime kadar çağdaşlığın tüm güvenceleri de açıkça çiğneniyor.
Nasıl mı?
'Demokrasi' de boğuluyor
Bu katliam, kendilerini demokrasi şampiyonu ilan edenler tarafından ve ülkenin tüm bilim ve demokrasi güçlerinin karşı çıkışlarına rağmen, "iktidar zoruyla" gerçekleştirilmek üzere; örneğin, kentsel projelerde bile referandumu öneren Başbakan, tarihin ünlü kentlerini ortadan kaldırma kararını acaba halka sorabilir mi?
'İnsan hakları' da boğuluyor
Aynı egemenlerin, insan hakları düşkünlükleri de bu örnek karşısında öylesine havada kalıyor ki; uluslararası sözleşmeler, insanın "kültürel değerlerini yitirmeden" yaşamasını da temel insan haklarından sayıyor. Tarihsel kentler, insanlığın "ortak belleği" olduğundan, savaşlardaki bombalanmaları bile "kültürel soykırım" sayılıyor.
'Hukuk' da boğuluyor
Antik kentlerin, barajlardan daha önemli olduklarını savunanlara, hukukun desteği de "etkisiz" kılınıyor. Ilısu Barajı için yargı süreçleri beklenmeden temel atılıyor; Yortanlı Barajı ise Koruma Kurulu'nun SİT kararları ve "durun" uyarılarına aldırılmadan, izinsiz ihalelerle ve usulsüz ödemeler yapılarak "kaçak inşaat" (!) olarak tamamlanıyor.
'Bilim' de boğuluyor
Ya şu bilim dünyasını çileden çıkartan sözde "kurtarma" safsatalarına ne demeli? Hasankeyf gibi, bulunduğu doğa ve topoğrafyayla bütünleşerek yaratılmış binyılların kent dokusunu "taşıma" önerilerine katkıda bulunanlar, kendileri bir yana, "bilim" i de yıpratıyorlar. Allianoi için de "göl altında kalsın ve mille örtülsün" diyebilen uzmanlar, "akademik" unvanları karşısında ne kadar da talihsiz konumdalar...
... Ve 'Dünya' susuyor
İşte böylesine çok yönlü insanlık suçları işlenerek gerçekleşen barajlara karşı, başta UNESCO, ICOMOS, ICCROM ve hatta AB ve AP olmak üzere, dünya tarihsel miras kurumlarının "sessiz" ve "seyirci" kalmaları da artık "sorgulanma" sı gereken boyutlarda.
Bu kurulların ülkemizdeki temsilcilerinin gösterdikleri duyarlılık önemli, ama yeterli değil. Onlar zaten "bizimkiler" olarak antik kentlerimizi barajlara karşı savunmak zorundalar, öyle de yapıyorlar.
Ancak her iki insanlık mirası için de asıl harekete geçmesi gerekenler, aynı kurumların dünya başkanları ve uluslararası yöneticileri.
Örneğin, "her şey"imize karışan AB acaba neden susuyor? Arkeolojinin elektriğe kurban edilemeyeceği; çağdaş uygarlığın tarihsel uygarlıkları ortadan kaldırmak anlamına gelmediği; neden "üyelik müzakereleri" nde yok?
Hele şu UNESCO Başkanı gelip, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, en üst düzey diğer devlet temsilcileriyle neden görüşmüyor? Dünya kültürlerinin "hami" leri sayılan diğer başkanlar da, neden her iki antik zenginliğin önünde dünya medyasını da toplayarak; "burası insanlığın ortak malıdır" demiyorlar?
Taşkışla buluşması, işte bu baraj projeleriyle "kişilik" siz, "geçmiş" siz ve hatta "karakter" siz kalmamızı isteyen, ne kadar yerli ve yabancı güç varsa; tümüne karşı "ortak direniş" i simgeledi.
Aynı duyarlılığın tüm ülkede benzer etkinliklerle yaygınlaştırılması gerekiyor.