Amerikan Banliyö Rüyasının Sonu



Amerikan rüyası gerçek olmuştu. İkinci Dünya Savaşı'ndan yorgun argın dönen askerler şehirlerden kaçarak kendi arazilerini alıyor, evlerini dikiyor ve çocuklarıyla köpeklerinin oynaması için bahçelerini beyaz bir çitlerle çeviriyorlardı. Savaş sonrası dönemde kolay kredi, ucuz fosil yakıt ve devletin yaptığı yollarla beslenen bu banliyö patlaması bütün dünyaya ilham olmuş; "Ozzie ve Harriet'in Maceraları" gibi 1950'lere ait televizyon dizileriyle özlenen bir imaj çizmişti. Fakat banliyö rüyası bugün umutsuz bir düşüşe geçiyor olabilir. Arabaya bağımlı kültür, gelişigüzel konut inşaatı ve park yerleriyle yan yana sıralanan sonu gelmez alışveriş merkezleri, hem toplumsal yalnızlığı besledi hem de sürdürülmesi mümkün olmayan bir çevre modeli oluşturdu. Son dönemlerde artan yoksulluk ve suç da cabası. Cleveland State Üniversitesi'nden Kentsel Sorunlar Fakültesi Dekanı Edward Hill, "Siyasiler sınıfının tamamı daha yeni anlıyor ki artık buralarda Ozzie ve Harriet'ler yaşamıyor" diyor.

2000'den itibaren artan yakıt fiyatları ve mortgage piyasasının çöküşüyle Amerika'da beş milyon banliyö sakini, yoksulların safına katıldı. Bütçe sıkıntısı yaşayan yerel yönetimler de suç ve diğer sosyal sorunlardaki artışla nasıl baş edeceklerini bilmiyor. Amerika'nın banliyö rüyasına özenen başka ülkelerde de durum iyiye gitmedi. Madrid ve Dublin'in yakınlarında inşa edilen yeni siteler, küresel emlak piyasasının çöküşünden beri neredeyse hayalet kasabalara döndü. Fransa'da göçmen işçilerin barınması için kurulan eski banliyölerin birçoğu ülkenin en sorunlu semtleri arasında değerlendiriliyor.

Fakat son krizden en ağır etkilenen yerler belki de "uzak banliyölerdir". Nitekim Michigan Üniversitesi'nden Christopher B. Leinberger, "Amerika'nın herhangi bir yerinde uzak banliyölere gidin, mutlaka kepenklerini indirmiş veya boşaltılmış alışveriş merkezleri, ıssız park yerleri görürsünüz. emlak krizinin anıtları olan bu yerler bir daha canlanmayacaktır" diye yazdı. Leinberger'e göre, şehir merkezinin dışındaki ücra villalar daha birkaç yıl öncesine kadar yüksek fiyata el değiştirirken, "bugün en pahalı evler şehir merkezlerindeki veya banliyö içlerindeki yoğun yerleşimli, yaya dostu bölgelerde". Leinberger şimdi en pahalı mahalleler olan bu tip bazı semtlerin eskiden yoksul bölgeler olduğunu da ekliyor.

Şimdilerde satılamayacak duruma gelen villalar bazı yeni (ve çaresizlikten kaynaklanan) yollarla değerlendirilmeye çalışılıyor. Örneğin California'nın Mercedes kasabasında üniversite öğrencileri aşırı yapılaşmış banliyölerde görkemli evlere taşınıyor. Bazı lüks konutlarda bir odaya aylık yalnızca 200-300 dolar kira isteniyor. Ev sahibi komşularından birçoğuysa ya konutlarına haciz gelmesi tehlikesiyle karşı karşıya, ya da bir daha asla eski değerine ulaşamayacak bir evin borç taksitlerini ödüyor. Şu an 221 bin dolar eden evini 532 bin dolara almış olan işsiz İngilizce öğretmeni John Angus, "Bu sokaktaki herkesin evi değer kaybetti ve kimse bir çaresini göremiyor. Burası güya 'Umutsuz Ev Kadınları'ndakine benzer bir banliyö olacaktı. Onun yerine öğrenciler yerleşti" diyor.

Fakat her şey bitmiş sayılmaz. Georgia Teknoloji Enstitüsü'nden mimarlık profesörü ve yazar Ellen Dunham-Jones'a göre banliyölerin yaya ve çevre dostu yerleşim merkezlerine dönüştürülmesi, toplu ulaşımla merkeze bağlanması ve apartman sakinlerinin oturduğu, bilgiye dayalı şirketlerin iş yaptığı yerler haline gelmesi gerekiyor. Kısacası, şehirleşmesi gerekiyor. Dunham-Jones'a göre bunu yapmanın en iyi yolu da, mevcut altyapıyı yok etmeksizin yeniden değerlendirmek, örneğin, boş mağazaları sosyal kullanıma açmak.