İstanbul’un çeşitli yerlerinde devam eden kentsel dönüşüm projelerinden biri de Tarlabaşı Yenileme Projesi… Kentin en önemli tarihsel bölgelerinden birinde yürütülen projenin, rölöve - restitüsyon - restorasyon proje ve uygulamaları, yüklenici firma Gap İnşaat tarafından yapılıyor. İstanbul’un sorunlu bölgelerinden biri olan Tarlabaşı’nın yenilenmeye duyduğu ihtiyaç ortada. Ancak bu olurken, büyük çoğunluğu göçle gelen bölge sakinlerinin de mağdur olmaması için gerekli önlemlerin alınması gerekiyor. Kent sakinleri ve sosyologlar, proje kapsamında sadece mülk sahiplerinin muhatap alındığını, kiracıların sorunlarına ise kulak tıkandığını belirtiyor.
Yapılan çalışmalar sonucunda, proje alanında yaşayanların yüzde 71’inin kiracı olduğu tespit edildi. Bu insanların büyük çoğunluğunu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nden göçle gelenler oluşturuyor. Sosyal açıdan en çarpıcı veri ise, yüzde 66’sının herhangi bir sosyal güvence kapsamında olmaması. Bölgede ayrıca zenciler ve travestiler gibi marjinal gruplar da var.
Yapısal sorunlardan önce bölgede ciddi bir sosyal sıkıntı olduğu ortada. İşte bu sorunlara çözüm üretebilmek için, Bilgi Üniversitesi tarafından kurulan Tarlabaşı Toplum Merkezi, geçtiğimiz yıllarda bölgede bir alan araştırması yaptı. Araştırmayı yürüten Araştırma Görevlisi Bahar Şahin, araştırma sürecini ve Tarlabaşı Yenileme Projesi’nin, yaşayanlar üzerinde ortaya çıkarabileceği sonuçları anlattı.
Bilgi Üniversitesi Tarlabaşı’nda bir Toplum Merkezi
açtı. Siz de merkez açılmadan önce Tarlabaşı’nda bir araştırma yaptınız.
Araştırmayı ne zaman yaptınız ve neleri amaçladınız?
Tarlabaşı’ndaki
alan araştırması, Kasım 2005’te başladı ve Haziran 2006’ya kadar sürdü.
Bildiğiniz gibi Bilgi Üniversitesi Göç Merkezi tarafından Tarlabaşı Toplum
Merkezi projesi gerçekleştirildi. Merkez kurulmadan önce bölgede bir alan
araştırması yapıp; temel sorun ve ihtiyaç alanlarını, bölgenin sosyo-ekonomik ve
demografik yapısını tespit etmeye çalıştık. Bu alan araştırmasını ben tasarladım
ve bir ekiple beraber altı ayda gerçekleştirdik. Toplam 200 kişiyle yüz yüze
görüştük. Yaş ve cinsiyet kotaları vardı. Yani tamamen İstatistik Enstitüsü’nün
verilerinde nüfus kompozisyonu neyse ona yakın bir örneklem seçmeye çalıştık.
Araştırma sonucunda burada yaşayanların kişisel göç hikayeleri, Tarlabaşı’na
gelişleri, orada gündelik yaşantıyı nasıl deneyimledikleri, Tarlabaşı’nın
dışıyla kurdukları ilişkinin nasıl olduğu, ne tür işler yaptıkları veya hangi
gerekçelerle nasıl işler yapamadıklarını ve burada yaşayan farklı topluluklar
arasındaki ilişkilerin dinamiklerini ortaya çıkarabilmek önemliydi. Elde
ettiğimiz veriler sonucunda Tarlabaşı’nda ağırlıklı olarak Kürtlerin ve
Romanların yaşadığını; bunun yanında Orta Anadolu ve Doğu Karadeniz’den de
gelenlerin olduğunu gördük.
Aslında İstanbul’un pek çok yerinde, böyle farklı
grupların meydana getirdiği mahalleler var. Tarlabaşı neden diğerlerinden
farklı?
Çünkü buradakiler farklı göç dönemlerinde buraya gelip
yerleşmiş insanlar. Dolayısıyla göç dönemlerinin çeşitli özellikleri, bugün o
insanların arasındaki ilişkinin nasıl olduğunu belirliyor. Tarlabaşı, ağırlıklı
olarak suçla ve yoksullukla ilişkilendirilen, kentsel şiddetin yoğun olarak
yaşandığı -en azından toplumsal algıda böyle kurgulanan- bir bölge. Toplum
Merkezi’ni açarken, bütün bu suç ve şiddet göstergelerini nasıl azaltabiliriz
sorusuna yanıt aramak üzere yola çıktık. Ama bunun da ötesinde neden bu
sorunların var olduğunu tespit etmek gerekiyordu. İşte alan araştırmasını bu
nedenle yaptık. Sosyolojik olarak bunların altında yatan nedeni bulmak
önemliydi.
Tüm bu sorunlar Tarlabaşı’nda ne boyutta
yaşanıyor?
Oraya gidip bizzat insanlarla görüştüğünüzde, gündelik
hayatta gerçekten böyle sıkıntıların olduğunu fark ediyorsunuz. Ama şöyle bir
indirgemeciliğe de düşmemek gerekiyor: “Bu sorunların Tarlabaşı’nda yaşanmasının
nedeni, orada Kürtlerin ve Romanların yaşıyor olması”. Gerçekten bu gruplar
arasında çatışmalar var ve bu zaman zaman fiili şiddete de dönüşebiliyor.
Çatışma, birbiriyle görüşmemek, selamlaşmamak, birbirinden alışveriş etmemek,
çocukların birbirleriyle oynamasını istememek gibi düzeylerde başlıyor. Ama yeri
geldiğinde bıçaklı, sopalı tartışmalara, adam vurmaya varan bir takım sorunlar
ortaya çıkabiliyor. Bunun altındaki nedenleri anlamaya çalıştığınızda şuna
bakmak gerekiyor; farklı yerlerden gelen bu insanların buraya yerleştikleri
dönemlerde, bütün bu sorunların doğmasına sebep olan koşullar nelerdir?
Araştırma biraz da bunu ortaya çıkarmaya çalıştı. Çünkü Toplum Merkezi
kurulmadan önce bunları tespit etmemiz gerekiyordu.
Tarlabaşı’nın suçla ve şiddetle anılmasının altında
yatan en büyük neden göçle gelen insanlar tarafından oluşturulmuş bir bölge
olması mı? Bu şekilde oluşan pek çok yerleşim yeri varken neden Tarlabaşı suça
daha fazla meyilli?
Aslında galiba şunu vurgulamak lazım; Tarlabaşı
tekil bir örnek değil. İstanbul’da ve dünyanın başka kentlerinde Tarlabaşı’na
benzer yerler bulabilirsiniz. Çünkü özellikle son 20 yılda, toplumların giderek
daha kolay ve daha keskin bir biçimde gözden çıkarabildikleri alt kesimler
oluşuyor. Bu gözden çıkarılan kesimler, mekansal olarak da gözden uzak yerlerle
bir şekilde buluşuyor ve oralarda kaderlerine terk ediliyorlar. Yine bu alanda
araştırma yapan bir akademisyen olan Bediz Yılmaz’ın bir ifadesi var. Tam da bu
kentsel dönüşüm projeleri bağlamında, Tarlabaşı’yla ilgili bir röportajda
kendisine sorulan bir soru üzerine şunu söylüyor: “Bu insanlara burada yaşamak
için fazla yoksul ve fazla çirkinsiniz deniyor” Zamanla bu durum giderek
derinleşen, bütün o yoksulluk ve çirkinlik koşullarının kendini yeniden ürettiği
bir döngüye dönüşüveriyor. Bu Tarlabaşı’na özgü bir şey değil. Topluma bir
biçimde dahil olmak için ellerinde hiçbir aracı olmayanların kendi hallerine
bırakıldıkları, kendi kaderlerine terk edildikleri bir politikanın bir yansıması
bu.
Ama Tarlabaşı bu anlamda Ümraniye veya Sultanbeyli’deki
bir mahalleden çok farklı. Diğer varoşlara göre kentle daha çok iletişim
kuruyor, çünkü kentin merkezinde bulunuyor.
Kentin merkezinde ama
aslında kent merkezi bir bulvarla birbirinden korkunç farklı iki dünyaya
ayrılıyor. Tarlabaşı’nda yaptığımız görüşmeler sırasında birisi şöyle demişti:
“Medeniyetin 150 metre aşağısı burası”. Bir de şöyle bakmak lazım; hani o “iyi”,
“güzel”, “temiz” insanların, içinde olmaktan keyif aldıkları merkezin kendini
tanımlayabilmesi için hemen yanı başında kendinden daha kötü, daha çirkin, daha
az temiz, daha az kabul edilebilir bir çevreye de ihtiyacı var. Aslında bütün o
“gayrimeşru” haliyle Tarlabaşı, o çok temiz, çok canlı, ışıl ışıl görünen yeri
besliyor. Yani bu haliyle orada olması, bir taraftan da aslında kabul edilen ve
arzulanan bir durum belki bir ölçüde. Ama şimdi öyle bir dönemece geldik ki
artık tamam işlevini tamamladı. Şimdi artık başka bir aşamaya atlamak gerekiyor.
Çirkindiniz, yoksuldunuz, işe yaramazdınız, marjinaldiniz ve bir şekilde burada
olmanıza göz yumuldu. Ama artık temizlemek gerekiyor. Kent planlaması, konut
piyasası, sermaye vesaire bir takım değişimler yüzünden, “nereye giderseniz
gidin” deniyor bu insanlara.
Tarlabaşı Projesi’ni yürüten şirket de bölgede
demografik bir takım verileri elde etmek için bir araştırma yaptı. Siz bu
araştırmanın ayrıntılarını biliyor musunuz?
Sadece Şehir Plancıları
Odası’nın Tarlabaşı panelinde dile getirilen kısmından haberdarım. Araştırmayı
tamamen incelemeden üzerine bir şey söylemek ne kadar doğru bilmiyorum. Ama
kaygılar çok farklı olduğu için muhtemelen bütün o toplumsal gerçekliği, orada
yaşayanların şimdiye dek biriktirdiklerini anlamaya dair bir çalışma değildir
diye düşünüyorum. Panelde konuşulanlardan, mülkiyet ilişkileri üzerinden bir
takım sonuçlara erişmenin amaçlandığını sanıyorum. Bizim de araştırmamızda
benzer bir takım rakamlar var. Oturanların üçte birinin ev sahibi olduğu bir
yerde, yine sadece üçte birinin dönüşümün nimetlerinden faydalanabileceği bir
popülasyondan söz ediyoruz. Ev sahibi olmayanların, her anlamda mülksüz
olanların ne yapacağı, nereye gideceği, nerede yaşayacağı, hayatını nasıl idame
ettireceği konusunda herhangi bir şey yok. Zaten muhtemelen böyle bir girişim
çok umurlarında da değil.
Bahsettiğiniz gibi o bölgenin yarısından fazlası kiracı
ve bunların nereye gideceği şu an muallak.
Belediyenin de böyle bir
tasavvuru yok zaten. İncelediniz mi bilmiyorum, “50 Soru 50 Cevapta Tarlabaşı
Yenileme Projesi” diye bir rehber hazırlanmış. Sorulardan bir tanesi şu “Mülk
sahibi olmayanlara kira yardımı yapılacak mı?” Cevap tek kelimelik bir cevap
“Hayır”! Bütün bu projenin ana tasarlayıcısının zaten böyle bir kaygısı yok ki
uygulayıcının böyle bir tasavvuru olsun. Çünkü onlar, yani ev sahibi olmayan
insanlar, zorunlu göçle gelenler, Afrikalılar, travestiler, zaten hiçbir koşulda
kimsenin çok umursadığı insanlar değil ki orası dönüşürken nereye gidecekleri
umurlarında olsun.
O halde problem ortadan kalkmayacak. Bu insanlar nereye
giderse onlarla birlikte oraya gidecek.
Evet, problemlerin yeri
değişiyor sadece. Ama zaten projedeki temel amaç da Tarlabaşı’nı temizlemek.
Panelde bütün o mimarlık, restorasyon tartışmaları dönerken şöyle şeyler
söylendi; “çok güzel illüstrasyonlar”, “yeni hali çok güzel olacak”, “kim
istemez ki burada yaşamayı”, “biz de yaşamak isteriz”. Zaten galiba temel mesele
şu orayı bizlerin, yani “temiz” ve “beyaz” insanların yaşamak isteyeceği bir
hale getirmek. Binaların yenilenmesinin ötesinde, o gruplardan bir şekilde
“kurtulma” isteği var. Sonuçta sorunu başka bir mekana atmış olacaklar. Kentin
geneline yayılacak bir problem olarak yaşamaya devam edecek. Çünkü bu insanların
çok büyük bir kısmı ilkokul mezunu, bir kısmı Türkçe bilmiyor, aile ve akrabalık
ilişkileri dışında kullanabilecekleri bir yardımlaşma mekanizmaları yok.
Çocukların büyük kısmı, aile bütçesine katkıda bulunabilmek için çalışmak
zorunda. Romanlar açısından da meseleye bakalım, bu insanların da bir kısmı
müzisyenlik yaparak kıt kanaat yaşamlarını sürdürüyorlar. Tarlabaşı bunun için
çok uygun bir yer; çünkü eğlencenin merkezine iki adım mesafede. İş bulmanın,
işi kovalamanın çok daha kolay olduğu bir yerdeler. Romanları da kentin başka
bir yerine attığınızda bu kadar kolay mobilize olamayacaklar.
Bu durum, toplulukların daha fazla içe kapanmasına da
sebep olur değil mi?
Elbette. Şimdi bile bu insanlar şunun
farkındalar, “Biz istenmiyoruz, çöpümüzü toplamaya bile gelmiyorlar.” Bir de
onları başka bir tarafa attığınızda bu his daha fazla derinleşecek. Şimdi en
azından çoğunluk toplumuyla, eşitsiz düzeylerde de olsa, gündelik hayatta
ilişkiye geçme şansları var. Ancak şehir dışında bir yere yerleştirilmeleri,
muhtemelen kendi içlerinde daha yoğun bir gettolaşma ilişkisi yaşamalarına da
sebep olacaktır. Çünkü orası kendinden başka kimseyi görmeyeceği bir yer olacak.
Sürülmüşlük ve marjinalleştirilmişlik hissi, insanı ister istemez içine kapatan
bir şeydir. Kendinize kapanmanız, dış dünyayla aranıza bir takım duvarlar
örmeniz beklenen bir sonuç. Bu durumda insanlar sistemden ciddi anlamda kopmaya
devam edecekler. Bakın başlayacaklar demiyorum, zaten bir kopuş var ve bu devam
edecek. Sonuçta Tarlabaşı’nı “temizlemiş” olursunuz. Ama ondan sonrası ne olur,
kahin olmaya gerek yok tahmin etmek için.