Ocak’ta yaptığı Atina ziyaretini değerlendiren İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Atina’da bazı
incelemelerde bulunduğunu ve özellikle Akropolis Müzesi’nin
inşaatının çok dikkatini çektiğini ve arkeolojik kazı alanı üzerine nasıl bir
müzenin yapıldığını şöyle anlattı: “Bizde kıyametler koparan insanlar,
Atina’daki Akropolis Müzesine bakmalılar. Altta arkeolojik kazı alanı, üstte
müzeyi görüyorsunuz. Müze, arkeolojik kazı alanına yerleştirilen kolonlar
üzerinde yükseliyor. Üstelik arkeolojik kazı çalışmaları da hâlâ devam ediyor.
Çok etkileyici bir müze yapmışlar. Bulgular da orada sergileniyor. Bizim burada
maruz kaldığımız, birtakım yerlere şikayet edildiğimiz çevrelerce müzenin
arkeolojik kazı alanı üzerine nasıl yükseldiğinin görülmesi gerek. Bilim
adamıysalar bilim adamı olarak görsünler, kendilerini uzman olarak kabul
ediyorlarsa gidip görsünler.” Meslektaşımızın, doktoralı mimar değerli Belediye
Başkanımızın bizleri de “gıyaben” hedef alan eleştirisini kabullenemedik ve
yukarıdaki emrine uyarak, geçen haftasonu Atina Akropolis müzesini ziyaret
etmeye karar verdik.
150 yıllık çalışma
Komşuda yediğimiz, içtiğimiz de pek güzeldi ama izninizle biz burada
gördüklerimizi ve öğrendiklerimizi anlatalım. Gözlemlerimizi aktarmaya bu
konudaki en önemli bilgiyi vererek başlamalıyız: Bu müzenin yapım mücadelesi
kimilerinin söylediği gibi 35 yıl önce değil, 1863’te Yunan Devlet’inin
kurulmasıyla, yani 150 yıl önce başlıyor. Bu zorlu süreç de kimbilir kaç
belediye başkanı eskitmiştir?
Ayrıntılara girelim: Müze için ilk temel 1865’te atılır.
Şimdiki yerinde değil de Akropolis tepesinde ama daha küçük boyutlu olarak
düşünülen müze inşaatı, temel kazısı sırasında arkeolojik kalıntılar çıkması
nedeniyle durdurulur. Sonra devam edilir. 1888’de yeni bir proje ortaya atılır.
Bu minik yapı uygulanır. 1946’da bu ikinci müze yine arkeolojik nedenlerle
yıkılır, ilk yapılan biraz genişletilir (bu yapı yakında yıkılacak). Ancak
kazılarda yeni çıkan buluntular ve artan ziyaretçi sayısı karşısında bu müze de
yetersiz kalır. Zaten ne teknoloji, ne ışık ne de mekan olarak yeterlidir.
Yeni arayışlar
Bugünkü adıyla “Akropolis Müzesi” düşüncesi, 1976’da
Karamanlis tarafından yeniden ortaya atılır. Bu öneri,
özellikle İngilizler tarafından kaçırılan Parthenon kabartmaları ve
heykellerinin (Elgin Mermerleri, 1810’da Osmanlı izniyle Akropolis’den
vahşice sökülerek kaçırıldı, bugün British Museum’da) nitelikli bir müze
yapılırsa geri alınabileceği hayaliyle geniş destek bulur. Bu amaçla, 1976’da ve
1979’da iki ayrı mimari yarışma açılır. İkisinin de sonuçları, yöneticileri ve
kamuoyunu tatmin etmez.
Tam burada iki noktaya dikkat çekmek isterim: Birincisi tartışmalar,
denemeler sürüyor ama ortada hala bir şey yok. İkincisi ve daha ilginç olanı
ise, durmadan bir arayış olması, tartışılması, mimari yarışmalar açılması ama
(nedense!) Atina Belediye Başkanı’nın veya Yunanistan Devlet Başkanı’nın
tepeleri atıp, oturup aniden bir proje çizmeye kalkışmamaları.
Uluslararası yarışma
Her neyse biz öykümüze dönelim. 1989’da Kültür Bakanı olan Melina
Mercouri bu kez uluslararası (özellikle İngilizleri etkilemek için
uluslararası) bir mimari yarışma açıyor. Seçilen yer bu kez Akropolis
etekleridir. Yarışma sonuçlanıyor, işe girişiliyor ama heyhat yine sonuç yok.
Çünkü kazılar sırasında yine yeraltından tarih fışkırıyor. Bu kez bu kalıntılar
ortaya çıkarılıp tescilleniyor. Benim anlayabildiğim kadarıyla bugün artık
müzenin altında (yani döşemeler şeffaf yapılmış olduğu için aşağıda görülen
alanda) kazılacak bir şey de pek kalmamış, bir-iki kişi yalnızca “çalışıyormuş
gibi” yapıyor.
Neyse, en sonunda, buradaki yeni buluntuları da gözönüne alacak bir tasarım
için yeni ve bu kez çağrılı ve uluslararası bir mimari proje yarışması
düzenleniyor. Konuya Unesco, Avrupa Birliği filan da karışıyor. Çağdaş ve
minimalist bir mimari eser olarak nitelendirilen proje 2000 yılında bu yarışma
sonucunda elde ediliyor (Mimarlar: Fransız Bernard Tschumi ve
Yunanlı Michael Photiadis). 25 bin metrekarelik yeni müze
inşaatı, 130 milyon avroya maloluyor ve 2007’de sona eriyor. Müze 2009’da
açılıyor. İşte, Belediye Başkanımız bu müzeyi inceledi.
Yavaş yavaş
Sayın Topbaş, “bilim adamları, kendini uzman ilan edenler, olur olmaz
konuşanlar, tuzu kurular” filan mealinde sıfatlarla bizleri kastettiğiniz kesin
ama yukarıdaki sözlerinizle, ülkemizde yapımı engellenen hangi eserden söz
ettiğinizi bilemiyoruz. Bugün, İstanbul’da Bizans Sarayı üzerine yapılmaya
çalışılan otelden mi yoksa tasarlamış olmakla övündüğünüz (ve sürekli olarak
Unesco’dan azar işitmemize neden olan) Haliç üzerindeki Boynuzlu Metro geçişi
köprüsünden mi?
Ama sizin de kolaylıkla anlayabileceğiniz gibi yukarıdaki süreçte, yalnızca
Yunan medyası, aydınları, bilim insanları değil, tüm dünyanın en “belalı”
aydınlarının ve kurumlarının tartışarak elde ettiği bir sonuçtan söz ediyoruz.
Bu arada, geçen yıllar boyunca müze kararı aleyhine açılan dava sayısı 100’leri
geçmiş. Kimbilir kaç “kendini bilmez” de benim gibi kalem oynattı bu arada. Kaç
girişimci, kaç kültür bakanı, kaç belediye başkanı umutsuzluğa kapıldı, kızdı,
öfkelendi?
Ama sonuçta “filler züccaciye dükkanına sokulmadı”, ortaya 150 yıl sonra
(kısmen de olsa) katılımcı, açık tartışmalı bir süreç sonucunda, konsensüsle,
uzlaşma ile elde edildi, eli yüzü düzgün ve çağdaş bir yapı çıktı.Yani Sayın
Topbaş, lütfen “siga- siga” yani Grekçe “yavaş-yavaş”.
Haydar Karabey / Mimar, Doç.Dr. Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üni.