Haliç Tersaneleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun denizcilik tarihinin yazıldığı yer. Beri yandan Cumhuriyet dönemi teknolojisinin üretim alanı… Temmuz 2013’te bu alanın ihalesi gerçekleşti. Ve geçtiğimiz mart ayında ihale alanı projelendirme sürecine girdi. Ancak 6 asırlık bu tescilli kamusal üretim alanının geleceği hala belirsiz. Haliç Dayanışması, 15 Mart 2014 tarihinde projelendirme süreci ile ilgili bir şeffaflık talebinde bulunmuştu. Fakat değişen bir şey yok; belirsizlik sürüyor. Haliç Dayanışması’ndan Doç. Dr. Gül Köksal; “Biz hala buraya kimin ne yapacağını, nasıl yapacağını, niçin, kim için yapacağını öğrenemiyoruz” diyor. Mimar-Koruma Uzmanı ve aynı zamanda KOÜ MTF Mimarlık Bölümü Restorasyon ABD Başkanı olan Doç. Dr. Gül Köksal, “Her ne kadar ne olup bittiğini tahmin etsek de, bilgi edinme hakkına rağmen, devletin bir bakanlığının bunu şeffaf bir biçimde kamuoyuna sunmaması yeterince rahatsız edici bir tutum” şeklinde konuşuyor.
Haliç Dayanışması olarak Temmuz 2013’ten bu yana Haliç Tersaneleri ile ilgili işleyen sürecin takipçisisiniz. 15 Mart 2014 tarihinde projelendirme süreci ile ilgili bir şeffaflık talebinde bulunduğunuzu biliyoruz. O günden beri ne gibi gelişmeler yaşandı?
Temmuz 2013’te Haliç Tersaneleri’yle uzun yıllardır ilgilenen kişiler olarak söz konusu alan için bir ihale gerçekleşeceği bilgisi üzerine Haliç Dayanışması’nı oluşturduk ve bir basın açıklaması yaparak Dayanışma’ya destek çağrısında bulunduk. Bu arada 24 Temmuz 2013’te ihale gerçekleşti. Peşi sıra Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ihaleye ilişkin bir dava açtı, biz de Dayanışma olarak dava dosyasının hazırlığına destek verdik, çünkü Dayanışma’nın çok iyi bir arşivi ve bu alan üzerine ciddi bir birikimi var. Bir yandan da ihale dosyasının temini için çaba sarf ettik. Çünkü ihale sınırları ve koşulları ile ilgili verileri sadece basına yansıyan bazı haberlerden edinmiştik. 6 asırlık tescilli kamusal bir üretim alanının geleceği hakkında ihale açan Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, tasarrufunu açık taleplerimize rağmen ne Dayanışma, ne de Mimarlar Odası ile paylaştı. Hala da paylaşmış durumda değil! Her ne kadar ne olup bittiğini tahmin etsek de, bilgi edinme hakkına rağmen, devletin bir bakanlığının bunu şeffaf bir biçimde kamuoyuna sunmaması yeterince rahatsız edici bir tutum. Bu arada ihale alanı sınırları içindeki Camialtı Tersanesi’nin çalışır durumda olan donanımının satışı başladı. Taşkızak Tersanesi zaten epeydir üretim faaliyeti göstermiyordu. Donanımın güncel durumunu belgelemek ve satış sürecini kayda almak için alana girmek istedik, izin verilmedi, bizler tanındığımız için yüzü tanınmayan arkadaşlarımız hurdacı kılığında girmeye bile çalıştı! Tersanelerin komşu mahallelerinde yaşayan arkadaşlar fiziki değişimleri sürekli Dayanışma’ya bildirdiler, yerel yönetimlerden tanıdığımız kişiler yasal değişimleri aktardılar. Bayağı ajan gibi kamuoyundan gizli iş yapanları izleyip, mesaimizi buna verdik, veriyoruz da. Bir yandan tüm bu süreçleri elimizdeki her imkânı kullanarak araştırıp kamuoyuna tüm çıplaklığı ile aktarmaya çalışırken -çünkü ihale gibi diğer her şey de kapalı kapılar ardında yapılıyor, hala da öyle- bir yandan da Tersaneler bütünlüğünün yasal koruma durumunu ortaya koymak üzere veriler topladık. Bu bağlamda Haliç Tersaneleri bütünlüğünde yer alan Haliç, Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri’nin sit sınırlarını, tescilli yapıları, bunların niteliklerini haritalara işledik, kamuoyu ve basına dağıttık. Kişisel arşivlerimizi zaten bir araya getirmiş ve sayısal ortama aktarmıştık -ki bu arşivler alanın mimari, teknolojik, tarihi geçmişi, yakın dönem ekonomi-politik süreci, ilgili kurum yazışmaları vs. çok sayıda belgeden oluşuyor-, bunların üstüne ilgili koruma kurullarındaki belgeleri derledik ve alan hakkında kapsamlı bir arşiv oluşturmaya giriştik. Bu verileri içeren bir yayının elektronik ortamda bedelsiz erişimi yönünde çalışmalarımızı da sürdürüyoruz. Bu arada bazı milletvekilleri Meclis’e soru önergeleri hazırladılar, onlara destek olduk. Yeni akademik araştırmalar, sözlü tarih çalışmaları, görsel belgeleme girişimlerinde bulunduk, demeçler verdik, basına haber yaptırdık. Tabii hepsi kendi maddi-manevi olanaklarımız, gündelik hayatımız ve zorunluluklarımızdan bunlar için ayırabildiğimiz zamanlar ve alamadığımız izinleri ne kadar delebilirsek o kadar oluyor. Ne tuhaftır ki, kentli olarak bir alanı dert ediniyor ve sahip çıkıyorsunuz, ama bunun için ciddi mücadele etmeniz gerekiyor. Hem de kime karşı, asıl bunu dert edinmesi gerekenlere. Olacak şey değil, ama oluyor işte…
1892 Haliç Tersanesi, Şerif Yücel arşivi
Son olarak da bu mart ayında ihale alanının projelendirme sürecine girdiğini öğrendik. Proje müellifi olarak Han Tümertekin’in, danışman olarak da Prof. Dr. Oğuz Ceylan’ın adının geçtiğini duyduk. İnsanlar yaptıkları şeylerin duyulmayacağını ve nereye kadar gizleyebilecekleri sanıyorlar hiç anlayamıyorum. Elbet bir gün ortaya çıkacağı açık değil mi? Umarım hepimizin ölümlü olduğu ve sadece belli bir zaman geçireceğimiz şu dünyada şeffaf ve paylaşımcı olmanın zevkini hayattayken tadarlar! Ama biz bu güç olasılığı şansa bırakmayıp ismini duyduğumuz kişilere şeffaflık ve dayanışmaya çağrıda bulunduk. Zira hala ihale alanının “yeniden değerlendirilmesi” için basında geçen programa, yöntemine, ihale sınırlarına vs. dair kesin bir bilgimiz yok. İhale sürecinin baştan bu yana usulsüz olduğunu biliyoruz. Alanda ciddi bir mülkiyet sorunu var. Yeterli düzeyde belgeleme, araştırma ve inceleme yapılmamış durumda. Sadece yer üstü değil, toprak ve su altında Bizans dönemine dayanan güçlü bir miras burası. Haliç’in bu alanının tersane olarak yer seçimi boşuna değil. Üretim ve eğitim değeri, aynı zamanda bir su-deprem kentinde lojistik değeri yüksek bir alan. Kent içinde, Haliç gibi bir suyolunun 2 kilometrelik kıyı şeridinde konumlanan, hemen karşısında Dünya Mirası Listesi’ndeki Tarihi Yarımada yer alan, arkasında yıllara dayalı köklü bağları olan Bedrettin Mahallesi, Okmeydanı, Galata-Pera bölgeleri olan bir yerden söz ediyoruz. Bizans, Osmanlı, Cumhuriyet dönemlerinin gemi üretim teknolojisinin ardı ardına yapımlar sonucu biriktiği dünyada karşılığı olmayan bir üretim tesisinden… Ve biz hala buraya kimin ne yapacağını, nasıl yapacağını, niçin, kim için yapacağını vs. öğrenemiyoruz.
Y. Mimar Han Tümertekin çağrınıza cevap verdi ve projenin müellifi olmadığını, yatırımcının görüşmekte olduğu mimar adaylarından biri olduğunu belirtti. Tümertekin’den başka çağrınıza cevap veren oldu mu? Kimlerden cevap bekliyorsunuz?
Evet, Han Tümertekin müellif adaylarından biri olduğunu ve henüz “işi almadığını” ifade eden kısa bir açıklama yaptı. Kendisinin adı kadar kesin duyduğumuz başka bir isim yok, ama başka mimarlık ofislerinin de bu alan için proje geliştirdiklerini, proje yapmak istediklerini duyuyoruz. Rekabetin meslek insanı ve uzmanlarını ne tür bir akıl tutulması ve sıkışmışlığa ittiğini de görmemiz lazım bir yandan. Benzer bir durum bu proje sürecine danışmanlık yapma talebinde de var. Mimarların böyle bir alana proje yapma heyecanları anlaşılabilir elbette. Ancak bilhassa Gezi sürecinde Taksim Kışlası projesi meselesinden sonra, kamusal alana proje üretme yöntemini mümkünse bir parça düşünmelerini bekliyor insan. Gerçi bu mimarların egoları ile ciddi bir karşılaşma yaşamalarını da gerektiriyor ya, nasıl olacak merak ediyorum. Keza danışmanlık yapma durumu da öyle. Kafalarımız hala şu şekilde ve maalesef bu kadar çalışıyor; iyi bir mimarlık ofisi işi “kapar”, güzel bir proje hazırlar, kendi bir nedenle yetmiyorsa birkaç ofisi daha katar, üç beş de konunun uzmanı danışman olur, danışmanlardan işlerine yarayan bilgi/veriyi alır, sonra kendileri karar verir, pek de güzel temiz temiz, steril “iş” biter! Haliç Dayanışması yürütme üyesi olarak bu şeffaflık çağrısını kaleme alanlardan biri olan benim, danışmanlık “kapmak” için sürece katıldığımı düşünen akademisyenler dahi oldu. Ne kadar acıklı durumlar bunlar. Algılarımız, niyetlerimiz gerçekten çok tehlikeli bir vaziyette. Ne yazık ki, ister akademisyen olsun, ister uluslararası düzeyde tanınan “star” mimar, ülkenin yaklaşık son 10 yılında yapılagelen imar faaliyetlerine, bu faaliyetlerin yapma biçimlerine, karar verme süreçlerine, kimlere ne tür baskılar yapıldığına, her şeyi bırakın bu ülkenin bugün neden böyle olduğuna, bunda hiç rolleri olup olmadığına dair eleştirel bir bakış açıları bu düzeyde. Hadi onu geçelim, Gezi sürecine dair de bir farkındalık yaşamamaları cidden düşündürücü. Demokratik ve şeffaf olmayan bir sürece gönüllü olarak, hatta büyük bir coşku ile hizmet ettiklerinin farkında olmadıklarını da sanmıyorum bir yandan.
Alanın bir bölümünün, her biri 70 yat kapasiteli iki yat limanı, her biri 400 oda kapasiteli iki 5 yıldızlı otel, dükkânlar, restoranlar, kongre ve kültür merkezleri, sinema ve eğlence tesisleri, bin kişilik cami ve otoparka dönüştürüleceği iddia ediliyordu; projenin tam olarak ne olacağı hakkında bir bilgi, açıklama var mı? İhaleyi alan, Rixos Grubu'nun da sahibi olan Sembol-Ekopark-Fine Otel ortaklığı (Fettah Tamince) proje ile ilgili bir verdi mi? Açıklama geldi mi?
Hayır gelmedi. İşte sorun da tam burada. Haliç Dayanışması olarak bir araya gelen meslek insanları, tersane emekçileri, mahalle dernekleri, TMMOB örgütleri, Tabipler Odası, Hukukçular Birliği, Haliç’e komşu dayanışmalar vs. olarak bu alanın geleceğini sorguluyor ve merak ediyoruz. Bu bağlamda ihaleyi açan Bakanlığa, Büyükşehir Belediyesi’ne, proje üretmeye çalışan mimarlık ofisine, koruma alanında uzman profesöre şeffaflık çağrısında bulunuyoruz ve kurumların/kişilerin şeffaflık algısı bu kadar maalesef. Bu bağlamda biz Dayanışma olarak isimlerin açıkça ifade edilmesini önemsiyoruz. Bu denli önemli alanların geleceği hakkında söz sahibi olduğunu düşünerek karar alan, proje üreten kişilerin, bu sorumluluğu da almaları, kamuoyunun bunu bilmesi gerekli. Biz bilmek istiyoruz. Ayrıca Dayanışma olarak sorumluluk alan kişileri de dayanışmaya çağırıyoruz. Haliç Tersaneleri’nin geleceğini birlikte düşünelim, birlikte üretelim diye. Ama öyle kısıtlı zamanda, kapalı olarak değil. Şeffaf ve tam katılımcı bir yöntemle, yöntemi de tartışarak, yan yana birbirimizi anlayıp, dinleyip, öğrenip, ikna ederek ve gerektiği kadar yeterli bir zamanda. Mimarların buna tahammülü de, niyeti de sınırlıdır, tahmin edebiliyorum. Ama tersaneler 6 asırdır orada, bizim bir acelemiz yok. Acelesi olan da açıklasın, neden bu aciliyet! Yangından mal kaçırır gibi, ciddi büyüklük ve zorluktaki bir alanı proje-uygulama 4 yılda bitirmenin kime, ne faydası var? Bizim alanımızı, bizim fikrimiz olmadan kime satıyorlar, kim alıyor, projelendiriyor kendi kafasına göre?..
“Burası 1980’lerden bu yana bilinçli olarak hiçbir şey yapılmadığı için kötü durumda; devam edecekse de bu şekilde devam etmesin, iyileştirilsin” diyorsunuz bir söyleşinizde. Örneğin Venedik Limanı, dünyanın en eski limanlarından biri ve burası, kimliğine zarar verilmeden kültürel faaliyetler yapılan, sergiler düzenlenen alanlara dönüştürüldü. Haliç’te de mümkün olamaz mı böyle bir dönüşüm? Buranın yeniden işleve girmesi için tek alternatif otel veya AVM yapmak mı? Hem korunup hem işlevsellik nasıl kazandırılabilir bu alana?
Venedik Tersanesi’nin dönüşümü yıllardır sürüyor ve hala da kentin önemli bir meselesi; tartışılan, üzerine kitaplar, tezler yazılan... Biz Dayanışma olarak Haliç Tersaneleri’nde iyileştirme, geliştirme ve yapılacak her türlü gelecek tasarısında “üretim ve eğitim” faaliyetine yer verilmesini istiyoruz. Burada çok disiplinli bir ekibin uzun erimli bir araştırma yapmasına, her şeyi titizlikle kayda almasına, bunları arşivlemesine, üzerine uzun uzun düşünmesine ihtiyaç var. Herhangi bir boş araziden söz etmiyoruz. Bir endüstriyel üretim alanı olarak Tersane’nin İstanbul gibi bir kentle kurduğu organik bir bağ var. Haliç’in tek bakir alanının, tüm Haliç’te koparılmış, tabula rasa olmuş birikime dair güçlü bir potansiyeli var. Öncelikle burası neden artık tersane olamıyor diye düşünmeli mimarlarımız. Neden asırlardır oldu da, bugün olamıyor? Akılsız mıydı burasını yer seçenler? Bu kentin su-gemi-deniz yolu ilişkisinde tarihi tersanelerin ne tür bir rolü var acaba diye de düşünebilirler? Bu rol sona mı erdi? Neden burası endüstriyel sit alanı; bir endüstriyel sit alanının değerleri ne olabilir? Tersanede bu değerler neler? Bunlar nasıl yaşatılır, bunlara artı değer ne şekilde katılır? Bu işin ekonomisi, ülke ekonomisi, gemi üretim-eğitim ilişkisi, sosyolojik boyutu, arka plan ilişkisi vs. nedir? Şimdi bu ve bunun gibi onlarca soruyu, diğer disiplinlerden gelecek onlarca öngörüyü göz ardı ederek, alanı belki de hiç görmeyen veya öylesine bir gezen kişilerin yat limanı-otel demesi kadar, kültür işlevi demesi de tehlikeli. Neden tehlikeli, çünkü aslolana dair bilgisi kısıtlı. Alanın kültürel-mimari-teknolojik vs. değerini bilmeden nasıl bir değer üretir insan? Tabi amaç değer üretmekse… Bu nedenle bütün kenti, kentin toprağını, kültürel mirasını, doğal alanlarını, her türlü değerini tüketmeyi, tüketim alanı olarak yeniden inşa etmeyi kabul etmiyoruz. Bunda payı yokmuş gibi davranan meslek insanlarını da farkındalığa davet ediyoruz. Burada hepimizin söz hakkı var. Salt “iyi mimarların”, uzman hocaların -ki bu alan üzerine neredeyse 20 yıldır çalıştığım halde benim de-, görüşlerine/vizyonuna dayalı bir “yeniden değerlendirme” yetmez. Ayrıca artık meselemiz de sadece bu değil. Kentin yeniden üretiminde kentlinin hakkı olduğunun bilinmesi gerek. Biz de bu alanın yeniden üretiminde söz sahibiyiz. Bu işe soyunan mimarların, uzmanların ülkenin, dünyanın içinde olduğu kapitalist ekonomi-politiğin farkına vararak, bu gidişatın tüm yaşam alanlarımızı ne denli daralttığını görmelerini ve buna alet olmamalarını bekliyoruz.
1913 tarihli harita
550 yıldır faaliyette olan tek örnek olan Haliç Tersanesi, Dünya Mirası Listesi’ne aday bir alan ve aynı zamanda endüstriyel miras. Ayrıca tersane alanında Aynalıkavak Kasrı’nın da içinde yer aldığı 42 tescilli eser bulunuyor. Proje tam olarak belli değil ve bu eserlerin akıbetinin ne olacağı endişe yaratıyor. Eserlerin ayakta kalabilmesi adına kimlere ne görevler düşüyor? Şimdiden alınabilecek önlemler var mı?
Alan asırlardır üst üste eklenmiş olan kültürel, arkeolojik, teknolojik, mimari bir değer. Taşkızak ve Camialtı Tersaneleri, Aynalıkavak Kasrı’nın da içinde olduğu bir sit alanı. Haliç Tersanesi de yakınlarda iptal edilen Beyoğlu kentsel sit alanı ve koruma amaçlı imar planı sınırları içinde. Alanda çok sayıda tescilli üretim yapısının yanı sıra tescilli asırlık ağaçlar, cami, çeşme, tarihi duvarlar de var. Üretim yapıları sadece yer üstünde değil, yer altında da donanımı vs. ile devam ediyor. Dekovil hattı, vinçler, gemi üretim kızakları var. Bunlardan Taşkızak Tersanesi’nde Taş Kızak ve Valide Kızağı da tescilli. Burada proje üreten mimarlar tescilli yapıları kısmen de olsa koruyabilir, yeni işlev verebilir. Ama dediğim gibi mesele sadece bu değil ki. Daha en baştan Ulaştırma Bakanlığı’nın bu şekilde bir ihale yapması, ihale dosyasını resmi gazetedeki açıklamaya rağmen saklaması, isteyenlere göstermemesi, buraya yat limanı-AVM gibi işlevleri “ataması”, ihalenin usulsüzlüğü, ihaleyi alan firmanın proje üretim işini mimarlara verme biçimi, mimarların bu alanı kısa sürede tanımak zorunda kalması, bu alanı dert edinen Haliç Dayanışması’nın çağrısına “daha müellif değiliz” türünden gayrı ciddi, geçiştiren bir yanıt vermesi, kent hakkını talep eden dayanışma meselesine dair farkındalığın bu denli zayıf olması… Bütün bunlar olup biterken kalkıp tescilli yapıları korumanın da anlamını sorgulamalıyız. Koruma kimin için, ne için yapılıyor bir düşünmeli. Ben bu durumu gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi olarak görüyorum. İlk düğme yanlış ise ve çözüp düzeltilmiyorsa istediğiniz kadar uğraşın gömlek hep yanlış iliklenmiş olacak. Tersanelerin komşusu Kasımpaşa’nın Kasımpaşa Platformu isimli bir facebook grubu var, yaklaşık 22.000 üyesi var. Seçim öncesinde Tersaneler’de olup biteni tartışmaya kalkıştık, çok hararetli geçen ve gece yarılarına dek süren tartışmalarda gördük ki, toplumsal ayrışma, kültürel altyapı, beklentiler, o denli farklı ki. Şimdi bu koşullarda varsayalım Tümertekin veya başka bir müellif adayı kendince bir proje hazırladı, yat limanı-AVM işlevlerini daha elle tutulur, akılcı bir yöne çekti, Fettah Tamince’yi de ikna etti, müellif oldu, ne olacak o zaman? O zaman mı Dayanışma’yla ilişkiye geçecek! Bu arada biz de elbet bu projeyi bir yerde göreceğiz, daha ne kadar saklanabilir ki? Hadi projeyi görmedik, çok gizli belge olarak saklandı, elbet uygulamayı göreceğiz, o da örtü altında olmayacak herhalde! (İhale 4 yılı inşaat, 45 yılı işletme süresi olmak üzere 49 yıllığına yap-işlet-devret modeliyle yapıldı, her şey çok acele zaten). Merak ediyorum bu mimarlar bu yolla neye hizmet ettiklerini ne zaman dürüstçe kendilerine ifade edecekler? Daha da ironik bir şey söyleyeyim mi; bu proje veya uygulama bir ödüle aday olabilir övünçle, hatta ödül dahi alabilir, çünkü jüri sadece projeye bakacak. Belki de Mimarlar Odası Genel Merkezi’nin verdiği Ulusal Mimarlık Ödülü’nü alacak. Hep yapıldığı gibi, çok eleştirilen Mimarlar Odası’na eli yüzü düzgün, metrekare hesabının çok sorun olmadığı projeler, profesyonel görselli -pek de yazılı açıklamaya gerek olmayan- posterlerle sunulacak, Oscar töreninde ödülü kapan salonu terk-i diyar edecek, geriye ne tartışma, ne bir iz. Mimarlar çizer, yapar çünkü “boş” lafa, okumaya tartışmaya ne hacet, biz biliyoruz ki her daim! Tüm bu olan bitenler kafamızı da hiç karıştırmaz zaten, öyle netiz…
Bir de şu var; Beyoğlu Belediyesi kim bilir hangi ofise hazırlattığı Okmeydanı Kentsel Dönüşüm Projesi’nde Aynalıkavak Kasrı’nı da kaldırıp Okmeydanı’nı Haliç kıyısı ile buluşturuyor, bakın bu gizli değil ama Belediye’nin web sayfasında var. Şimdi Tersaneleri projelendiren müellifin projesi, müellifin izni olmadan bu veya benzeri şekilde müdahale görürse ne yapacak müellif? Açık niyet göstermiş Belediye, neden olmasın? Demirören öyle olmadı mı? İlgili kurul bunu onaylamadı mı? Sonra müellifi -tesadüf yine Han Tümertekin’in adı geçmişti- hukuki gizlilik anlaşması bahanesi ile açıklama dahi yapamayacak, -ortalığı karıştıran bir iki kişi çıkmaz ise-. Bu hukuki anlaşmalar neden sadece işverenleri koruyor, mimarları hiç korumuyor mu dersek, bunun sorumlusu da meslek odası mı salt? Bütün olan bitenden gerçekten mağdur olan ise, bu uğurda gözünü yitiren, gaz yiyen, dayak atılan, gözaltına-hapse alınan kişiler. İyi eğitim alan, tasarım dehası mimarlarımızın yaptıkları işlerle gurur duyup duymadıklarını merak ediyorum. Bir yandan da Türkiye’nin “star” mimarlarının babalarının bıraktıkları eserler ile mimar oğullarının bıraktıkları eserleri yan yana koyduğumuzda kapitalizmin 1980’lerden sonra bu ülkede tek kuşakta amacına ulaştığını, hatta zafer kazandığını görüyorum. Yaşasın erk, eril güç! Böyle konuşuyorum ama bakalım benim de çocuğumun içinde yer aldığı 2000’lerin kuşağı ne tür bir miras bırakacak dünyaya. Ve biz o zaman kime, ne anlatacağız, nasıl baş edeceğiz/yol alacağız yaşıyor olursak?
Haliç Tersaneleri’ne yapılacak olan müdahale Tarihi Yarımada’yı, Galata’yı, Şişhane’yi, Taksim’i de etkileyecek; yani İstanbul’u etkileyecek bir müdahale olacak. Buradaki dönüşüm ne gibi sorunlar, sonuçlar doğurur İstanbul için?
Resme daha geniş bir açıdan bakarsak Haliç Tersaneleri’ne yapılacak olan müdahale sözü geçen yerleri etkileyeceği gibi, söz konusu yerlerdeki tasarruflar da Haliç Tersaneleri’nin dönüşümünü zorunlu kıldı. İstanbul yaklaşık son 10 yılda çok ciddi, hızlı ve geri dönüşü olmayacak bir biçimde dönüşüyor. Haliç de bundan nasibini almış durumda. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin yayını olan mimar.ist dergisinin 42. sayısında Haliç’teki dönüşümü tüm yönleriyle -nasıl, neye, nereye- irdeleyen bir dosya hazırlamıştık (2011 yılı, kış sayısı). Üzerinden 3 yıl geçmiş. Haritaların üzerine Haliç’te tamamlanmış olan ve süren projeleri işlemiş, bunlar hakkında meslek insanlarından görüş almıştık. Resim tamamlandıkça artık kentin kendine özgü değerleri, nitelikleri hakkında yerinde (in situ) konuşma imkânımız kalmayacak gibi. Kentliye rağmen yapılan bu dönüşüm projelerinin en önemli sorunu hızı. 6 asırlık bir Tersaneler bütününün önemli bir bölümünün dönüşümü için tanınan süre uygulama dâhil 4 yıl. Nedir bu acele? Aklı başında hiçbir mimarın bu koşuldaki bir işe talip olmaması lazım ama oluyorlar işte, hatta birbirleri ile yarışıyorlar! Ne için, daha çok kazanmak, daha fazla ün, ofislerin daha tanınır olması… İyi de neye yarar bu kazanç; birey ve yakın çevresinden gayrı? Venedik Tersanesi’nin dönüşümü yıllar aldığı gibi, hala tartışılan bir konu. Ancak bizim ülkemizin mimarları bir yandan Venedik Tersanesi’nde bienal tasarlarken, bir yandan çağdaşı bir alanı hızlıca “şekillendirmekten” çekinmiyor. Dediğim gibi Tersaneler 2 kilometrelik kıyı şeridinde, çok büyük bir alan, tüm alanı sadece gezmek bile bir gün alıyor. Daha alanı tanıyıp, araştırıp, kavramak var üstüne. Hakkında Deniz Müzesi Arşivi’nde binlerce belge var, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde öyle. Osmanlı İmparatorluğu’nun denizcilik tarihinin yazıldığı yer, üstüne Cumhuriyet dönemi teknolojisinin üretim alanı. Dönüşümün hıza bağlı diğer bir sorunu da, o denli kökten ki, geriye özgün bir şey kalmıyor, dolayısıyla neredeyse dönüşümün geri dönüşümü de mümkün değil.
Karşı Kıyıdan Tersane-i Amire
Dayanışma’nın basın açıklamasında Robert Park’tan bir alıntı vardı ve bu alıntının sonunda Park’ın şu sorusu dikkat çekiyordu: “Kendimizi ve şehirlerimizi şekillendirmek, insan hakları içinde en değerli, fakat bir o kadar da ihmal edilmiş olanıdır. Öyleyse bu hakkı en iyi biçimde nasıl kullanabiliriz?” İstanbul İl Dernekler Müdürlüğü’nden yapılan açıklamaya göre bundan sonra akademi, enstitü, oda, kurum, platform, konsey gibi kelimeler dernek isimlerinde kullanılamayacak. Kent ve kent hakkı için mücadele veren bu derneklere, örgütlenmelere de engel olunursa nasıl korunacak bu hak? Bu yasakla ilgili neler düşünüyorsunuz?
İktidarlar asırlardır muhalefete engel olmaya çalışmıştır, daha da olacaktır. Aynı şekilde yasaklar hep vardı, artık daha da fazla olacak, bu açık. Nitekim her gün bir yenisini duyuyor, okuyoruz. Ama hak arayışına engel olmak mümkün değil. Aksine yasaklar özgürlük talebini kamçılayacak elbette. Dibe battıkça, bunun yaygın etkisi de artacak. Önümüzdeki günlerde yaşayarak göreceğiz hep beraber. Ancak umarım iktidara hizmet eden, inanmadığı şeyleri icra eden ya da bunu düşünmeye vakti olmayan kişiler de bir an önce özgürlüklerinin kısıtlandığının farkına varırlar. Çağrı metnimizde alıntı yaptığımız Harvey’in “Asi Kentler” kitabını özellikle de mimarların okumalarını öneririm. Kafa açan bir kitap.
İnşaat projeleri yargıya rağmen durdurulamıyor; birçok örnek var; bu konuda neler söylemek istersiniz? Bu durumda verilen mücadelelerden sonuç alınabilmesi mümkün mü/nasıl mümkün kılınabilir?
Elbet bir gün duracak. Daha ne kadar, nereye kadar kapitalizm kenti yeniden ve yeniden inşa edecek, insanlar buna hizmet edecek bilinçli ya da bilinç dışı? Bir gün dibe çökeceğiz bu gidişle. Şu an kazanımımız/farkında olanımızın sayısı/gücümüz az olabilir, ama böyle sürmeyecek! Zaten bu inançla mücadele ediyoruz. Yoksa yeni bir güne başlamanın imkânı yok bu ülkede/dünyada. Depresyondan başımızı kaldıramamamız lazım. Bunu tek başına var edemeyeceğimiz açık, zaten tek başına olmanın anlamının olmadığı da. Tam da bu nedenle dayanışıyoruz. Haliç Dayanışması olarak Haliç ve Haliç Tersaneleri’nde olan biteni dert edinen kişiler/kurumlar olarak yan yana geldik. Kendi içimizde de çok farklı görüşler, inançlar var. Ancak birbirimizden öğreniyoruz, hiçbir şeyin tek boyutu olmadığını görüyoruz ve yan yana olduğumuz için kendimizi daha güçlü hissediyoruz. Özetle Dayanışma metnimizde de geçtiği gibi, “ülkesine, kentine, mahallesine, doğaya ve çevreye sahip çıkan; tarihi-kültürel mirasın korunması ve geleceğe taşınması konusunda duyarlı tüm kişi, kurum, kuruluş, sendika, meslek örgütü vs. ile siyasi partileri bir kez daha Haliç Dayanışması’na çağırıyoruz. Gelin Haliç Tersaneleri bütünlüğünün korunması ve yaşatılması süreci ile birlikte sadece kentsel bir alanı değil, kendimizi de yeniden inşa edelim”.
İletişim için: halicdayanismasi@gmail.com