Batı Karadeniz kentleri bugünlerde önemli bir sanat gösterisiyle buluşuyor... Karadeniz’deki amansız “kıyı yolu” tahribatını yansıtan “Son Kumsal” filmi, 15 Temmuz’da Şile’den başladığı gezisinde Kefken, Akçakoca, Zonguldak, Ereğli, Bartın, Amasra, Cide, İnebolu, Abana, Sinop ve Tirebolu’da konaklayarak 10 günde Vakfıkebir’e ulaşacak... Böylece, aynı yolun ne denli acımasız bir “doğa, yaşam ve kültür katliamı”na yol açtığı, bunu henüz “yaşamayan” kentlerimizce de görülmüş olacak...
Karadeniz’in başına gelenleri, Vakfıkebir’de yoğunlaşarak yansıtan belgeselin görüntü yönetmeni Aydın Kudu ile yönetmen ve rehber Rüya Arzu Köksal diyorlar ki; “Doğu Karadeniz’de kıyısını kurtarabilen sadece üç yöre var; Ordu, Perşembe ve Tirebolu. Halk büyük dayanışma gösterip yolun güneyden geçmesi kavgasını vererek başardı. Belgesel, Batı Karadeniz halkına örnek ve ders olsun istiyoruz. Her yöreyi ancak o yöre halkının dayanışması kurtarabilir...”
Bunları okuyunca, geçenlerde Akçakoca için dertleştiğimiz Cumhuriyet okuru ve “Diapolis Otel”in sahibi Mustafa Vural‘ın anlattıklarını düşündüm... İstanbul’a TEM’den 2.5 saat mesafedeki bu kıyı güzelimizin yıllardır “farkına” varılamadığından yakınarak dedi ki; “İstanbulluların Akçakoca’ya deniz yoluyla ulaşımı da sağlanabilir. Deniz otobüsleriyle Şile, Kerpe, Kefken, Karasu, Akçakoca, Ereğli seferleri yapılabilir...” Marmara’da cirit atan İDO, bu haklı öneriyi neden düşünmez; İstanbul’da denize hasret milyonları Batı Karadeniz’in dünya güzeli kıyılarıyla neden buluşturmaz?
Aynı “hayal”, Doğu Karadeniz’deki kıyı yolu cehennemine karşı sayısız toplantıda da dile getirilmişti; “Otoyol güneyden geçmeli; kıyı yerleşimleri arasındaki ulaşım da deniz araçlarıyla sağlanmalı...” Bu görüşler dikkate alınmadığı için, “komşu” kasabalar arasında bile “deniz bomboş”; herkes minibüslerde “balık istifi” işkenceyi çekiyor...
Umudun projeleri
Akçakocalı Vural’ın, kasabasının “İstanbulluları ağırlama”ya hazırlanması için önerdikleri arasında şu da var; “Balıkçı Barınağı ile kale mesire alanı arasındaki 1.5 km’lik sahil bandı yürüyüş yolu yapılarak, seyir yerleri ve çay bahçeleri kurulabilir; böylece denizle doyasıya buluşmanın örneği yaratılabilir...”
Yine o yol inşaatı yıllarındaki “tepki panelleri”ni anımsıyorum. Hemen tüm kentlerin, bu tür “kıyı projeleri” vardı; artık hayal bile edilemezken, var olanlar da yok edildiler... Buna rağmen Başbakan Erdoğan, geçen yıl yolun açılış töreninde şunları söyleyebilmişti; “Bu yol Cumhuriyet tarihinin en büyük modernleşme, kalkınma projelerinden biridir. Eşsiz tabiat güzelliklerine kavuşamayan milyonlarca vatandaşımız bu yol sayesinde nasıl da güzel bir ülkede yaşadıklarını görecekler...”
Mustafa Vural’a, Akçakoca kıyılarındaki doğa-deniz-insan kucaklaşmasını amaçlayan projeleri için, yine Başbakan’ın aynı konuşmasındaki şu sözlerini anımsattım; “Benim rüyam şu, bu yolu sahilden İstanbul’a da ulaştırmak. İnşallah Karadeniz sahil yolu İstanbul’un üçüncü köprüsüyle bütünleşecek.”
Yani, ne Akçakoca kalacak, ne de diğerleri... “İDO ile denizden ulaşım düş”nün yerini, belki de “belediye otobüslerinde kan ter içinde seyahat” alacak!
Bu nedenle “Son Kumsal” belgeselinin Batı Karadeniz’de de izlenmesinin sağlanması, tarihe geçebilecek bir toplum hizmeti niteliğinde. Eğer Başbakan’ın 3. Boğaziçi köprüsüyle bağlantı rüyası yerine, yöre insanlarının ve konuklarının doğayla içi içe yaşama hakları önemsenebilirse, filmin katkıları da kuşaktan kuşağa anlatılacak...
Geleceği kurgulamak
Akçakoca Roma ve Bizans dönemlerinde Diapolis adlı liman ve ticaret merkeziymiş. 1323’te “Akçakoca Bey” Osmanlıya kazandırmış. Bu nedenle geleneksel evleri ve tarihi dokusuyla da tanınan Akçakoca’nın, geleceğe dönük beklentileri konusunda dostumuz Vural düşünce üstüne düşünce geliştiriyor. Örneğin hemen yakındaki Düzce Üniversitesi kampusuyla bağlantı kurulabilecek, yürüyüş ve bisiklet yolu ile zenginleştirilmiş bir “bulvar” öneren Vural şunu da ekliyor; “yöre halkının hayvansal ve tarımsal ürünlerini, kadınımızın yöresel el emeği, nakışı, oyası, örgüsü ve dantelasını pazarlayacağı satış reyonlarını, mendirek çevresinde oluşturmak ne kadar da güzel olur!”
Bunların yanı sıra, Değirmenağzı Deresi’nden Cumayeri mesiresine kadar yine yürüyüş ve bisiklet yollarıyla günübirlik piknik alanı oluşturmak; Babadağ eteklerinde denizi uzaktan görebilen köylerde çiftlik ve bahçe turizmini başlatmak; Vural’ın hayalleri...
Akçakocalılar işte bu gibi projelerle “geleceği güzelleştirme”ye çalışırlarken, yakın geçmişin “çirkinleştirme”leri arasında ise yeni Merkez Camisi’yle apartmanlaşma başlarda geliyor...
90’larda yapılan caminin “modern” mimarisi kimilerine göre “çağdaş”laşmayı simgelese bile, kıyı meydanında kentin genel dokusuyla orantısız bir büyüklükte yükselmesi, “devasa kütle”siyle kasaba siluetinde “ezici” bir etki yaratması, Akçakoca’nın tarihten gelen alçakgönüllü ve uygar kimliğiyle bağdaşmıyor. Kentin “yaşanmışlık birikimleri”ni ve “kültürel derinliği”ni kanıtlayan eski evlerini gözetmek yerine her yeri tek düze apartmanlaşmaya açmanın ise Akçakoca’yı nasıl da kimliksiz kıldığı, hemen tüm fotoğraflarda açıkça görülüyor...
Sözün kısası, Akçakoca öncelikle Karadeniz Kıyı Yolu’nun kurbanı olmamalı; İstanbul’la “komşu”luğunu turizm şansı olarak değerlendirmeli ama doğal, kültürel değerlerini korumayı da imardaki öncelikli hedefleri arasında görmeli... Hele şu turizm mevsiminde kenti dayanılmaz gürültülere, toza ve dumana katan “inşaatlar”a ise Ege’deki gibi bir kısıtlama getirmek, artık Akçakoca Belediyesi’nin de gündeminde yer almalı...