Ah Bu Pipiler!



Ayetullah Humeyni’nin 1979’da Şah Rıza Pehlevi’yi devirip ülkeyi karanlığa soktuğu yılların henüz başlarıydı. Tahran Kent Tiyatrosu’nun önünde ünlü heykeltıraş Henry Moore’un flüt çalan bir heykeli vardı. Üstelik Berlin’de tiyatro eğitimi görmüş olan tiyatronun müdürü yeni yönetime yalakalık yapmak için heykelin “pipisini” kestirdi. Ama ardından sorunlar yumaklaştı. İnsanlar bu kez yontunun “dişi mi, erkek mi” olduğunu tartışmaya başladılar. Müdür başına iş açtığını fark edince, heykeli giydirmek istedi. Humeyni “mollarşi”sinde komedi, tiyatro binasının içinde değil, önünde oynanır oldu. Kesin çözümü mollalar buldu. Heykel parçalanarak çöpe atıldı, müdür kapının önüne konuldu, tiyatronun kapısına kilit vuruldu.

***

Bu anlatacaklarımız ise İran “mollarşi”sinden değil, Atatürk’ün laik Cumhuriyetinden…

1996’da Necmettin Erbakan’ın üstelik Kültür Bakanı İsmail Kahraman Efes’e incelemeye gitmeden önce Selçuk Müzesi Müdürü’ne gönderilen bir talimatla, “pipisi” boyundan büyük olan, bir karışçık kırların baba tanrısı, turistik posta kartlarının, anahtarlıkların ünlü “Priapos” heykelciğinin üzerinin örtülmesi istendi.

Çanakkale’nin Kara Biga’sının antik adı “Priapos”tu! Yanındaki antik “Lampsakos (bugünkü Lapseki)” kentinin sikkelerinin üzerinde de bu, “pipisi” boyundan büyük “Priapos”un kabartması vardı. 1800 yıl önce sikkeler, her gün kadınların ellerinde tedavül ediyordu, ama 20. yüzyılda TC’nin Kültür Bakanı “Priapos”u görmeye tahammül edemiyordu!

***

Salı günü Cumhuriyet’te İzmir çıkışlı bir başka “pipi” haberi vardı. “Karun Hazinesi”ne ev sahipliği yapan Uşak Müzesi’nin tanıtımı için valiliğin girişine asılan bir afişte, bir erkek figürünün “pipisi” görülüyormuş! Görülmüş de ne olmuş? Hemen “pipinin” üzeri bir çarpı işareti ile sansürlenmiş! Okurlarımız anımsayacaklardır! Uzun mücadelelerden sonra Türkiye’ye Nev York’tan getirilen Karun Hazinesi’nin simgesi olan altın “Kanatlı At” broşu çalındı. Hazinenin en olağanüstü, en görkemli, benzersiz yapıtı, yonca ağızlı sürahidir. Metropolitan Müzesi bu parçayı 1966’da 100 bin dolara satın almıştı. Bugün bir müzayedeye çıksa en azından 4-5 milyon dolar eder. Bu parça bile, dava için ödenen mahkeme masraflarını karşılamaya yeterlidir.

17.3 cm. yüksekliğindeki gümüş sürahinin sapında, iki koçun üzerinde duran, dışa dönük çıplak bir erkek, iki eliyle yukarıda iki aslanın kuyruklarını tutarak “güç gösterisi” yapmaktadır.

Nereden nereye? 1989’da ABD’de dava sürerken Uşak Belediyesi sürahinin resmini, benim “Tarih Yerinde Güzeldir” sözümü kullanarak yaptığı afişi kentin her yerine asmıştı. Aradan 20 yıl geçmiş laik devletin koruyucusu valilik binasında, 2600 yıl öncesinin bir yapıtındaki “pipi” sansürleniyordu!

Yozlaştırılan Hatay Müzesi!

Amasya gibi şirin bir kentten, dinler tarihinin başkenti Hatay’a yeni atanan Vali Celalettin Lekesiz’e açık mektubumuzdur!

Sayın Vali Lekesiz!

Bilmiyorum daha önce Hatay’a gittiniz mi? Ben, genelde bir - iki yıl ara ile Hatay’ı karış karış gezip yeniden içime sindirmeyi severim. Hele Hatay Müzesi’ni koyacak yer bulamam. Dünyada en “önemli” üç mozaik müzesi -yeni sıralamaya göre- Gaziantep, Tunus Bardo ve Hatay’dakilerdir. Hatay, mozaik sayısı açısından birinci olmakla birlikte, ilgisizlikten 3’üncülüğe düşürülmüştür.

1997 ve sonrasındaki depremler müzede sergilenen mozaiklerde çatlamalara ve dağılmalara neden olmuştu. O zaman soruna dikkati çektik. Ankara’dan gönderilen sınırlı ödeneklerle bazı onarımlar yapıldı.

Geçen yıl 23 Mayıs’taki yeni yazımızdan şu bölümü anımsayalım: “Gelişigüzel yapılmış hangarımsı müzede mozaikler, sanki duvarlara yamanmış gibi duruyor. Çimento harcı ve inşaat demiriyle duvara gömülen mozaiklerde, bu tekniğin genleşmesi ve depremlerin zorlaması ile önemli çatlaklar görülüyor. Mozaiğin düşmanı güneş ışığıdır. Çünkü renkler solar. Antakya güneşinin alnına dayalı mozaiklerde renk kaybı, bu konudan anlamayan ziyaretçiyi bile üzüyor. Pek çok mozaik sergilenemiyor. Yeni bulunan yüzlerce mozaik koyacak yer olmadığı için topraktan çıkartılamıyor.

1999’da yeni müze yapımı için 13 dönümlük arazi kamulaştırılmış, sonra bu alan 40 dönüme çıkmıştı. Dönemin kültür bakanları, valileri, belediye başkanları, ticaret ve sanayi odaları dalga geçip 7 trilyonu bir araya getirememişlerdi. Buna karşılık Gaziantepliler ne yaptılar? Yapımı bitmemiş kültür merkezini Zeugma Mozaik Müzesi’ne dönüştürdüler. Mozaikleri, alüminyum petekler içinde çağdaş koruma içinde sergilediler. Bu da yetmeyince çağdaş bir müze yapımı için şimdi belediye 15 milyon dolar ayırmış. (İnşallah rasgele bir bina yerine, bir mimari yarışma ile yenisini gerçekleştirirler.) Geçenlerde Urfa’da ‘Amazon’ mozaiği bulundu. Urfalılar da mozaiği sergilemek için ödenek ayırmışlar.

Sayın Vali Miroğlu’yu güç günler bekliyor. Bana göre birinci önceliği ‘Yeni Antakya Mozaik Müzesini’ gerçekleştirmek olmalıdır. Sayın Vali Miroğlu! Antakya’ya hoş geldiniz. Dikkat ettiyseniz vefalı Antakyalılar, kente hizmet etmiş eski valilerin adlarını çeşitli kamu alanlarına vermişler. Adınızın Antakya’da kalıcı olmasını ve başarılarınızı dileriz.”

Merkeze alınan öncülünüz, konuya seyirci kaldı! Şimdi, o koltukta siz oturuyorsunuz. Bu uzun vadeli sorunun yerine sizin ve bakanlığın gündeminde bir ivedi sorun yer alacak. Belediye, müzenin bahçesinden 7 metre genişliğinde bir yol geçirme hevesinde. Yol geçince ne olacak?

1. Bahçedeki birkaç yüz taş yapıt ve lahitler müze dışında ilgisiz bir alana taşınacak.

2. Bırakın bulundukları yerde çıkarılmayıp üzeri toprakla örtülen ve kaçakçıların ağızlarını sulandıran görkemli mozaiklerin müzeye taşınıp sergilenmelerini, bahçede duran ve onarımları hâlâ yapılmamış, ahşap cendereler içinde yazgılarını bekleyen ve müzeyi dünya üçüncülüğüne düşüren pek çok mozaik de kapı dışı edilecek.

3. Yol açılınca trafiğin depremsel sarsıntılarının çatlak mozaikler üzerindeki olumsuz etkilerini düşünmek bile istemiyoruz.

Sayın Lekesiz, 1999’dan bu yana atılmayan adımı inşallah siz başarıyla noktalarsınız. Ondan sonra da belediye bu yörede istediğini yapar!

Yerli Halkın Günahı Ne?

Bir başka “doğa”, bir başka “tarih”, bir başka “din” kavramlarını bütünleştiren, bir bölümü batık bir deniz kıyısı kenti olan Kekova’ya yolunuz düştü mü bilmiyorum! Antik adı “Simena” olan Muğla’nın Kale ilçesine bağlı Üçağız köyünden söz ediyoruz. Burası 1989’dan beri 1. derece sit alanıdır. Böylesine olağandışı bir yerde, yıllardır yaşayan yerli halk, çürüyen evlerine bir çivi çakamazken çöken duvarlarını onaramazken tam kıyıda yasağa aykırı 8-9 yıl önce kaçak yapılan bir lokanta ve pansiyonu Oktay Ekinci sütununa taşımıştı. İlgililer olaya el koymuş, bina için yıkım kararı vermişlerdi.

Ama aradan 7-8 yıl geçtiği halde, her nedense yıkım kararı uygulanmıyor. Yerli halk da “Bizim günahımız ne” diye soruyor.