D-Kulesi




D-Kulesi Nox Mimarlık ile Serafijn’in bir projesi. Mimari olmaktan çok bir kentsel anıt.
D-Kulesi bir deneme. Bir yandan çok çok basit, bir yandan epey karmaşık.
Bir dışavurum.
Çok dolaysız. Bağırmak kadar. Ağlamak ya da..

Ama neyin ifadesidir ki ağlamak? Bin bir başka duygu karışmaz mı araya.?
Başka türlü soralım. Ağlayacak kadar üzgün olmak, ağlamak dışında neyle ifade edilir? Bunun sözcüğü var mıdır? Rengi ya da..

Belki ağlamak yalnızca kendisidir. Nasıl ki bir renk bazen sadece kendisiyse.
Nasıl ki her insan biraz kendisinden başka herkesse..

Diğer yandan, yanından geçip gittiğimiz insanların ya da yanından bile geçmediklerimizin, aynı hayali kurduklarımızın ya da sohbet bile edemeyeceğimiz kadar farklı insanların iç içe yaşadığı kentte, herkesin neler hissettiğini bilmek mümkün müdür?

Kuşkusuz değildir, ama başka insanları, bazen tanıdıklarımızı bile unutup kafamızı içimizden hiç kaldırmadan yaşadığımız anlardan sıyrılmakr? Belki..

D-Kulesi bunu deniyor. Geceleyin, can sıkıcı bir anda kulenin kıpkırmızı yanan rengini görüp insanın içinin açılması söz konusu olabilir. Belki de tam tersi.

D-Kulesi üç parçadan oluşuyor: Herkese açık bir web sitesi, her yıl yüz farklı insanı kapsayan bir anket ve bir kule. Bütün parçalar birbirleriyle ilişkililer.

12 metrelik bir yapı olan kule standart ve standart-dışı geometrilerin bir karışımı şeklinde üretilmiş. Kulenin iskeleti ile dış yüzeyi arasında bu anlamda bir zıtlık bulunuyor. Bir binadan çok bir heykel olarak düşünmek gerekiyor D-Kulesini.

D-Kulesinin yer ile ilişkisinin çok güçlü olduğu söylenemez. Altında bir mekan üretmekle birlikte bu mekanın daha çok geçip giderken havada duran ana kütleyi farklı bir açıdan görmeye yaradığı söylenebilir. Bununla birlikte organik formunun ve yere uzanan bacaklarının etkisiyle bir organizma görüntüsü oluşturuyor. Bu benzetmeye ek olarak, kıvrımlı ve birbirinin içine giren izlenimi veren yüzey parçaları da, bir birleştirme düşüncesini vurguluyor. D-Kulesinin kendi dışıyla olan karşılıklı ilişkisi ve birleştirici misyonu düşünüldüğünde bu kendi içinden dışa çıkmaya çalışan, suskunluktan şişmiş gibi görünen, yerini yadırgayan, bir yüzünden bütününün algılamanın mümkün olmadığı, bakıldığı açıdan diğer açının eksikliğini hissettiren kent anıtı ile karşılaşıyoruz.

Web sitesinde Hollanda'nın Doetinchem kentinde yaşayanların sanatçı Serafijn’in hazırladığı ankete verdikleri cevapları bulmak mümkün. Bu cevaplar, korku, nefret, aşk ve mutluluk gibi dört kategoride toplanıyor. Her gün yenilenen sorular, her ay biraz daha ayrıntılı olmaya başlıyor.

Her duygu ise bir renk ile simgeleniyor. Yeşil, kırmızı, mavi ve sarı. Anketin o günkü sonuçlarına göre, kule renk değiştiriyor ve kentin ruhsal durumunu ifade ediyor.

Gerçi ruhsal durumun bir anketle belirlenmesi ne ölçüde mümkün, bunu bilmek zor. Belki D-Kulesinin etkinliğinin bu bölümü aynı zamanda yaratıcılık gerektiren bölümü olduğu için Seafijn’in sanatçı duyarlılığı ile anlamlı anketler hazırlama ihtimaline güvenilebilir. Ancak soruları, Doetinchemli olmadığımız için göremiyoruz ve yüz kişinin ruhsal durumunu anlayabilmek için yüz farklı sorunun bulunması gerekiyor. Doğru soru olmadan doğru cevap mümkün müdür?




Yanı sıra, kulenin rengi, bir çeşit ortalama. Hangi cevaptan daha çok varsa, o renkte yanıyor. Böyle bir ortalama ile hareket edilmesi, her tür kişiselliğin es geçilmesine neden olacaktır.

Dahası, duygusal karmaşası içinde insanı mutlu, aşık, korku dolu veya nefret dolu diye tanımlayabilir miyiz? Bu tarz bir etiketlemenin gerçekçiliği olduğu düşünülmemeli. Öyle bir aşk bulunmalı ki, aynı anda hem mutluluk hem de korku yaşatmayacak, üstüne üstlük nefretle bitmemiş olacak. Bütün korkular, bir hayalle birlikte varolmaz mı? Bir şeyden nefret etmenin ilk koşulu onu çok sevmektir belki. Ve mutluluk bazen, o kadar anlamsız görünür ki.

Sonuç itibariyle, tüm bu kurgu, insanın öznelliğini, karman çorman iç dünyasını ve iç içe geçmiş duygularını biraz hafife alıyor gibi.

Ama yine de çok önemli bir işaret veriyor. Geceleyin, can sıkıcı bir anda kulenin kıpkırmızı yanan rengini görüp, bir başkasının da bir şeyler hissettiğini anımsatacak. Bir başkası olduğunu, bu bir başkalarının aslında hiç de o kadar bir takım başkaları olmadığını, aynı kent içinde başka başka yaşamanın belki ne kadar gereksiz ve sıkıcı olduğunu, işte bu kırmızı ışığın, bu aşkın bu nefretin bir kenti sokaklar kadar birbirine bağladığını söyleyecek.

Belki ertesi sabah, biri otobüste yanına oturanı başkasına benzetmese de, saati veya bilmem ne durağını merak da etmiyor olsa, nasılsın diyecek. Önemsiz mi?

Önemsiz, ama ne güzel!





D-Kulesi web sitesine girmek için tıklayınız.