Foto: İstanbul Raporu
Birleşmiş Milletler (BM)-HABITAT Genel Başkanlığı’na bağlı, "Zorla Tahliyeler konusunda Danışmanlar Kurulu" (AGFE)'nin Türkiye Temsilcisi Cihan Uzunçarşılı Baysal ile gerçekleştirdiğimiz görüşmede AGFE'nin çalışma prensibi, görev ve sorumlulukları hakkında detaylı bilgi sahibi olurken "zorla tahliyeler" kavramını ve AGFE tarafından hazırlanan İstanbul Raporu’nu detaylarıyla ele aldık.
Gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ilk bölümünde; AGFE’nin kuruluş hikayesine, Birleşmiş Milletler ve ona bağlı kurum ile kuruluşların “Barınma Hakkı” kavramını tanımlayan madde ve yorumlarına yer vermiştik. Bu ikinci bölümde ise AGFE’nin görev ve sorumluluklarına, İstanbul Raporuna yer verilecek.
AGFE’nin odaklandığı en temel kavram “zorla tahliye”, bu konuyu ve AGFE’nin bu bağlamdaki çalışmalarını aktarabilir misiniz?
1991 senesinde yazılan ve “Yasamaya Elverişli Konut Hakkı”nın anlamını açan ve kriterlerini belirleyen 4 numaralı Genel Yorum'dan bahsetmiştim... Neo-liberal politikalarla şekillenen kentlerde özellikle 90'lardan itibaren süregelen mega-projeler, mega-etkinlikler (olimpiyatlar), soylulaştırma/ kent güzelleştirme projeleri ya da kalkınma amaçlı projeler (barajlar/santraller/yollar) vb. büyük yatırımlar nedeniyle yasayanların rızaları dışında mahalle ve ev boşaltmalar kritik boyutlara ulaşıyor. Bu bağlamda, bu alanlarda yaşayan insanların rızaları olmaksızın evlerinden tahliye edilmeleri ve bu gidişata karşı, hukuki başvuru yollarına ulaşamamaları ciddi bir sorun olarak gündeme geliyor. Bu durumda “elverişli konut hakkı” ihlal edilmiş oluyor, Örneğin Ayazmalıların evlerinden, mahallelerinden çıkartılmaları bir zorla tahliye. Ama Bezirganbahce'de konut hakki 4 nolu Genel Yorum kriterlerinin ihlali nedeniyle burada barınamayıp satmak zorunda kalmaları da bir çeşit zorla tahliye. Ayni Sululuke ve sonrasındaki Taşoluk sürecinde olduğu gibi…
Gidişat böyle olunca 1997’de “zorla tahliye”nin tanımı yapılıyor ve 7 numaralı genel yorumda deniliyor ki; zorla tahliyeler kişilerin, ailelerin ya da grupların rızaları dışında evlerinden ve mahallelerinden çıkarılması ve alternatif hukuki süreç olmadan, koşullar sağlanmadan evlerinden çıkarılmalarıdır ve bu ilk görünüşte insan hakkı ihlalidir. Bunu, bu kadar vahim bir durum olarak 1997’de adlandırıyor.
Foto: İstanbul Raporu
AGFE’nin elindeki en önemli kriter bu… Yani, söz konusu alanlarda çalışan danışmanlar grubu, zorla tahliyenin gerçekleşip gerçekleşmediğini ya da ne şekilde gerçekleştiğini saptıyorlar ve bunun üzerine bir rapor oluşturuyorlar. HABITAT’ın dünya çapında uzmanlara yapmış olduğu çağrı üzerine oluşan bu grup, HABITAT’a rapor yazıyor ama HABITAT’A maaşla bağlı değil. Uzman grubun içinde çok yetkin isimler bulunuyor; bunlardan biri hem AGFE’nin Başkanı hem de İstanbul Misyonunun Başkanı Yves Cabannes, bugün dünya çapında katılımcı planlama üzerine, özellikle Latin Amerika’da çalışmış bir isim. Yine Asya Barınma Hakkı Koalisyonu Kurucusu Arif Hasan, aynı zamanda İstanbul’a gelen grubun içinde yer alıyor. Bunların dışında ikinci olarak bir yerel kadro oluşturuluyor. Bu kapsamda HABITAT kendi ana kadrosundan atadığı kişilerin yanı sıra gidilecek ve raporlama yapılacak ülkede, o ülkede ülkenin yasalarını, dilini, mahalleleri, süreci bilen ve raporlama anlamında destek verecek birine ihtiyaç duyuyor ki bu da yerel danışmanlar oluyor.
Peki, AGFE’nin çalışma prensibi nedir, hangi koşullarda ülkelere gider?
AGFE kendi başına karar alıp “ben şu ülkeye gideyim” demiyor. Ülkelerden HABITAT’a çağrı geliyor.
Bu teklif ülkelerin merkezi ya da yerel yönetimlerinden mi geliyor?
Evet, merkezi ya da yerel yönetimler de çağırabiliyor… Merkezi yönetim şöyle çağırabiliyor; “Ben burada, şu grubu çıkarmak zorundayım, AGFE gelip arabulucu olsun, alternatif bir yöntem, model geliştirsin”. Ya da yerel yönetimler çağırabiliyor, merkezi yönetimin yapmış olduğu bir uygulama karşısında; “Gelin raporlama yapın, ben sizin yanınızdayım” diyor. Mesela Paris’te Bobigny Belediyesi buna bir örnek... Bobigny Belediyesi şu anda HABITAT’ın gündeminde bulunan “Sıfır Tahliye” kampanyalarına destek veriyor. Bobigny Belediyesi bu kapsamda merkezi yönetimin zorla tahliye alanı ilan ettiği bir bölgede süreci durdurdu. Bu, tabii çok az örnekten biri...
“Sıfır Tahliye” kampanyası, yıkım tehdidi altında olan bir alanın 2-3 günlüğüne sembolik olarak işgal edilmesini kapsıyor.
Türkiye’de süreç nasıl başladı? AGFE’nin Türkiye’ye geliş hikayesi nedir?
Türkiye’de Mimarlar Odası’nın, Şehir Plancıları Odası’nın, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının ve mahalle derneklerinin bir araya gelerek oluşturmuş olduğu 25 imzalı bir çağrı metni var. AGFE, bu çağrının üzerine geldi.
AGFE’nin en önemli özelliklerinden biri bağımsız ve tarafsız olması… Gittiği bölgelerde hem merkezi yönetimi hem yerel yönetimi hem mahallelileri hem de sivil toplum kuruluşlarını ve meslek odalarını dinliyor, her biri ile ayrı ayrı görüşüyor. Bu bağlamda İstanbul Raporu hazırlanmadan önce TOKİ ile bizleri kabul eden belediyeler ile ve mahalle sakinleri ile görüşüldü.
Foto: İstanbul Raporu
İstanbul Raporu’ndan biraz bahsetmemiz mümkün mü?
İstanbul Raporu yazılan en nitelikli raporlardan biri… Söz konusu rapor, 5 yıllık Kalkınma Planlarına dikkat çekerek ve gecekondulara yönelik çıkartılan imar aflarının gelişimini inceleyerek, atıflarda bulunularak oluşturuldu. Bu kapsamda tavsiyeler ve eleştiriler de yazıldı, hükümete de çağrı yapıldı. TOKİ modelini çökeceği, bu modelin bir şekilde bir dayatma olduğu ve kentsel dönüşüm, yenileme projelerinin mahalle sakinlerine yeterince anlatılmadığı üzerinde duruldu. Kiracıların yaşadığı, yaşamaya devam ettiği süreçler aktarıldı. Öte yandan örneğin Ayazmalıların Bezirganbahçe’ye transferinin hiçbir şekilde çözüm olmadığı, bir takım ekonomik nedenlerle Bezirganbahçe’de bulunan konutlarını elden çıkartmak durumunda kaldıklarını ve bu bağlamda da ikinci bir “zorla tahliye” yaşadıkları aktarıldı.
AGFE bünyesinde bulunan arkadaşlar dünyanın dört bir yanında çalıştıkları için pek çok kenti gözlemleme fırsatına sahip oluyorlar. İstanbul’da bulunan gecekondu mahalleleri için “burası gecekondu alanı mı” diye soruyorlar. İnanamıyorlar, çünkü mahalleler yerleşik, düzenlerini kurmuşlar, evlerine yatırım yapıyorlar ve gelecekten beklentileri var.
Bu bağlamda Birlemiş Milletler’in “Global Action Plan”ından bahsetmek doğru olacak. Bu plan, enformel yerleşimlerin engellenmesini öneriyor ancak bununla birlikte söz konusu bölgelerde mevcutta iyi durumda olan yapıların iyileştirilmesini de öneriyor. Bunun temel nedeni konut açığının büyümesini engellemek; mevcut durumda iyi olan yapıları iyileştirmek yerine yıkmak konut açığının büyümesine neden oluyor. Aynı öneri, iyi durumda olan gecekonduları yerinde iyileştirmek şeklinde, 1960’lı yıllara ait kalkınma planlarında da mevcut, yine konut açığının çok fazla artmasına engel olmak amacıyla… Ancak günümüzde küresel kent ve neo-liberal politikalar kapsamında kaygı bu değil, temel kaygı o ranta el koymak, o rantı tüketime açmak.
Raporda önemle üzerinde durduğumuz konulardan biri TOKİ’nin mutlaka ama mutlaka kentsel dönüşüm gerçekleştirdiği alanlara geri dönüp etki değerlendirmesi yapması gerektiğiydi. Sonuçta bu alanlar sadece konutlardan oluşmuyor, insanlar yaşıyor. TOKİ’nin bakış açısı tamamen binalara ve yapılan işin iyiliğine odaklı, “insan”ı kapsayan bir bakış açısı yok. Gecekonduluyu kriminalize eden söylem de ayrıca kötü. Böyle olduğunu varsaysak dahi o insanların yerlerinden edilmesi ve daha da yoksullaştırılması sadece durumu daha vahimleştiriyor.
Foto: İstanbul Raporu
“HABITAT II İstanbul Konferansı’nın sonuç deklerasyonu tam da İstanbul’da, kendi yerinde ihlal edilmektedir”
Bu noktada 1996 senesinde İstanbul’da gerçekleştirilen HABITAT II Konferansı’ndan çıkan deklarasyona değinmek çok önemli. Hazırlamış olduğumuz raporda, “İstanbul deklerasyonu tam da İstanbul’da, kendi yerinde ihlal edilmektedir” dedik çünkü o deklerasyon daha önce bahsetmiş olduğum “Elverişli Konut Hakkı Kriterlerini” tekrarlar. Ayrıca HABITAT II ilk defa yerel yönetimleri işin içine katması, dahil etmesi anlamında önemlidir. Bu konferansta konut hakkı bakımından söz birebir yerel yönetimlere verilmiştir ancak belediyelerin bugün konut hakkı açısından yaptıklarına baktığınız zaman durum vahim. Ayrıca söz konusu deklerasyondan “Devletler yasalarını konut hakkı bağlamında geliştirerek düzenleyecekler” ibaresi de çıkar ama Türkiye’de son dönemde çıkan yasalar geriye dönüştür.
Raporda, belediyelerin ayrımcılık ve önyargı dolu bakış açısı kayda geçildi. İnsanlar üzerinde baskı mekanizması kurularak imzaların attırıldığına da yer verildi. Örneğin Ayazma’da söz konusu olan “Sizin zaten hakkınız yok gecekondulusunuz, imzalayın yoksa eviniz başınıza yıkılır, evsiz kalırsınız” baskısı ya da Sulukule’de acele kamulaştırmayla baskısıyla imzaların atılması örnek olarak rapora girdi. Tabii Türkiye Cumhuriyeti “zorla tahliye diyorsunuz ancak imzalanmış pek çok sözleşme var” diyebilir. Ancak bu sözleşmelerin baskı altında imzalanması da yine gizli, görünmeyen bir zorla tahliye mekanizması… Raporda bu da belirtildi.
Bütün bunlarla beraber HABITAT’a da bir sürü tavsiyede bulunuldu. Türkiye Cumhuriyeti yasalarının ulus üstü hukukta imzaladığı sözleşmeler doğrultusunda, özellikle konut hakkı bağlamında genel yorumlar açısından değiştirilmesi talep edildi. Elverişli Konut Hakkı Birleşmiş Milletler Özel Raportörünün çağrılması ve onun da raporlama yapması talep edildi. HABITAT’ın TOKİ’ye vermiş olduğu ödüller var biliyorsunuz, bir şekilde zorla tahliyelere sebep olan TOKİ’nin HABITAT ödüllerine başvurusunda bu durumun değerlendirilmesi gerektiğini ifade ettik ve TOKİ bu sene habitatın hiçbir ödül değerlendirilmesine alınmadı. Üniversitelerin bir araştırma merkezi olmasını, Elverişli Konut Hakkı ve Zorla Tahliyeler üzerine araştırma ve raporlama yapılabilecek bir merkezleri olmasını talep ettik.
HABITAT’a 2009 senesinin sonunda sunduğumuz bu rapor, 2010 senesinin sonunda HABITAT’ın sayfasında yayınlandı.
Foto: İstanbul Raporu
Peki, Rapor sonucunda nasıl bir dönüş bekleniyor?
HABITAT’ın yaptığı hükümetlere raporu sunup, uyarı yapmak. Bizim de beklentimiz aslında buydu ancak böyle bir şey yapıldı mı yapılmadı mı bilemiyoruz. Talihsizlik şu oldu; raporu sunduğumuz dönem, HABITAT’ın Genel Direktörü değişti. Yeni gelen genel direktör TOKİ ile ilişkileri çok iyi olan, Eski Barselona Belediye Başkanı Joan Clos… Şunu biliyoruz ki, Barselona soylulaştırma uygulamalarının önde gelen kentlerinden ve tabii ki bu uygulamalar zorla tahliyeleri de yaratıyor. Süreç nasıl şekillenir bilemiyorum ancak Eylül sonu Nairobi’de oldukça yoğun programa sahip bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantının ana gündem maddesi ise dünya üzerinde bir salgına dönüşen zorla tahliyeler ve bu gidişata karşı etkin mücadele yöntemleri oldu.
Son olarak şunu belirtmek istiyorum: Projeleri kurgularken insani boyutu, sonuçlarının nerelere varacağı, insanları nasıl etkileyeceği düşünülmeden sırf kentin güzelliğine, turizm potansiyeline odaklanıldığı zaman ciddi sorunlar yaşanıyor. Bu noktada tamam insanların acılarını görmüyorlar, ancak bu bitmeyecek, bu onlar için de sorun haline gelecek. Bugün sahadaki inşaat şirketleri açısından da çözüm değil, yarın öbür gün her tarafın yakılıp yıkıldığı bir düzende… Mahalle bizim için özel bir dokudur sadece bir mekan değil, kültürü ile sosyal ilişkileri ile çok boyutlu bir doku. “Aman ne güzel kötü evinden alıp TOKİ’nin güzel, şık evine yerleştirdim” demek aslında kötülük oluyor, bunu da anlaşılması lazım...
İstanbul Rapor'una ulaşmak için tıklayınız.