Adaylar Projeleri Nasıl Finanse Edeceğini Açıklamalı



Bir projeyi ötekisiyle karşılaştırırken sadece yararına bakılamayacağına göre, maliyetlerinin de bizlerle paylaşılması gerekmez mi? Hele, batı demokrasilerinde olduğu gibi, yerel hizmetlerden yararlananların onların mali külfetini üstlenmeleri gerektiği ilkesine uyacaksak!
    
19 Mart 2009 tarihli Referans'ta Sayın Erdal Sağlam'ın Başbakan Yardımcısı Sayın Nazım Ekren ile yaptığı bir söyleşi yer aldı. Bu söyleşide. Sayın Ekren hükümetin krizle ilgili bazı önlemleri aldığını ve yeni önlemler almaya hazırlandığını belirtiyordu. Ama daha dikkati çeken nokta, bu önlemlerin toplam maliyeti konusundaki duyarlılığı idi. Bu konudaki sözlerini, özetleyerek, aktarıyorum: "İlk paket dediğimiz büyüklük 11.7 milyar TL. Onun da bütçeye oranı yüzde 5,2. Gayri safi yurtiçi hâsılaya oranı da yüzde 1,2 olacak. 2. paket ise, bun[un] aynısının bütçede 2009 yılında korunması [biçiminde]... Üçüncü paketimiz[in] büyüklüğü... 5.6 milyar TL. Milli gelire oranı yüzde 0,6, bütçedeki oranı yüzde 2,2. Son paket[in],...büyüklüğü 2.7 milyar civarında, milli gelire oranı yüzde 0,3."

Bu bilgilere dayanarak, hükümetin krizle ilişkilendirdiği önlemlerin maliyetini kabaca hesaplamak olanaklı. Tabii buna daha sonra alınacak önlemlerin maliyetini de eklemek gerekecek. Öte yandan, alınan önlemleri listeleyip, bunların hangi kanallardan, hangi değişkenleri etkileyerek, ekonomimizin krizden çıkmasına ya da krizin etkisini azaltmaya katkı sağlayacağı konusunda da tahmin yürütebilir, bir yarar/maliyet hesabı yapabiliriz. Bu bize hangi önlemlerin yararlarının maliyetlerinin üzerinde olduğu konusunda bir fikir verir.

Peki, Sayın Ekren bu açıklamayı yaparak risk almış oldu mu? Sonuca bakalım. Ben hükümetin aldığı kararların neler olduğunu derli toplu olduğunu öğrendim. Bu bilgiler ışığında "şu önlem yanlış, maliyeti yararından fazla" diye fikir de beyan edebilirim. Ciddiye alınmam için bu hesabı uygun bir yöntemle yapmış olmam ve bunu açıklamam gerekir. Doğru dürüst bir hesap yapmadıysam, hükümet için saygınlık kaybı doğmaz. Uygun bir yöntem kullandığımda iki sonuç ortaya çıkabilir. Bazı varsayımlarım ya da bilgi eksikliklerim nedeniyle "hatalı" sonuçlara ulaşmış olabilirim. O zaman yetkililerin uyarması ve düzeltmesiyle kamuoyu doğru bilgilenir. Hükümet yine saygınlık kaybına uğramaz. Ya da eleştirimde haklı olabilirim. O zaman hükümetin doğru tepkisi aldığı kararı gözden geçirmesidir. Bu hükümete saygınlık kaybettirir mi? Bence hayır. Krizin yoğun bilinmezlik ortamında hükümetin (ya da herhangi bir başka kuruluşun) her adımını bilerek atabileceği düşlenemez bile. Özetle Sayın Ekren'in, her demokraside iktidarın alması doğal olan riskten fazla, risk almadığını düşünüyor ve bu açıklamasını çok olumlu karşılıyorum.
    
Yerel seçimlerde projeler

29 Mart 2009 yerel seçimlerinin propaganda çalışmaları devam ediyor. Gerçi yerel seçimler mi yapılıyor, yoksa siyasal iktidar için güvenoyu mu isteniyor belli değil. Sayın Ali Akarca'nın yaptığı ekonometrik çalışmaya dayanarak AKP için bunun bir anlamı olduğuna dikkati çekmiştim.(Söz konusu çalışmada 29 Mart'ta genel seçim olsaydı AKP'nin daha yüksek oy oranına ulaşmasının bekleneceği gösterilmişti. Bunun nedeni AKP'nin iktidar partisi olması ve yerel seçimlerde iktidarda olmanın oy aşındırıcı etkilerinin daha güçlü ortaya çıkması.) Mecliste temsil edilen muhalefet partilerinin davranışlarını açıklamak biraz daha zor. İktisatta az satıcılı (oligoplistik) piyasa modellerinde olduğu gibi bir "lideri" (burada AKP) izliyorlar, yoksa diğer küçük partilere veya bağımsızlara dağılmış oyları mı toparlamaya çalışıyorlar, kestirmek zor. Ancak sonuçta partilerin bu tutumlarının yerel sorunların gündeme gelmesini ikinci plana attığı açık. Tabii ikinci plana düşmüş olmak, tümüyle gündemden çıkmak anlamına gelmiyor. Yine de, özellikle, belediye başkan adaylarının görüşlerini izleme fırsatı var. Bunların bir kısmı, rakip adayın aleyhindeki değerlendirmelerden oluşuyor. Bunlar belki bazı bilgileri aktarmaya yarıyor ama daha belirgin nitelikleri tatsız bir gerilimin kaynağı olmaları. Demokrasi deneyimi bizden fazla olan ülkelerde bu konuda bazı kendiliğinden konulmuş kısıtlamaların geçerli olduğunu, bir kuşku payı bırakmak kaydıyla, söylemek olanaklı. "Darısı başımıza" diyelim.
    
Oturup hesap yapmak gerek

İşin bu tatsız tarafını geçip adayların ne dediklerine bakarsak, gördüğümüz bizlere hizmet sunma yarışına girdikleri. Bu doğal. Herhalde hiç kimse "belediye başkanı olunca benden hiç bir şey beklemeyin" diye propaganda yapmaz. Bu nedenle, üzerinde yoğunlaşılan konu olarak proje önerilerini görüyoruz. Her adayın çok sayıda irili ufaklı proje önerisi var. Ancak adayların açıkladıkları proje listelerinin bir bütünlük oluşturup oluşturmadığı, yani bir program olarak kabul edilebilir nitelikte olup olmadıkları, o kadar açık değil. Her şeyden önce olayın bir teknik yönü var. Genelde propagandası yapılmaya değer ölçekteki bir projelerin yan etkileri söz konusudur. Bu yan etkiler olumlu olabilir; o proje diğer bazı projeleri besler. Olumsuz da olabilir; bir proje diğerlerinin gerçekleşmesini engeller ya da zorlaştırır. Bu nedenle tek başına yapılabilir görünen projelerden oluşan bir liste bazen yapılabilir olmayabilir. Hangi sonucun çıkacağına da "bana öyle geliyor ki" diyerek karar verilemez. Oturup hesap yapılması gerek. Acaba kaç belediye başkanı adayı proje listesinin yapılabilirliğini bu konuda uzman olan bir kişi ya da kuruluşa denetlettirmiştir?

Bir an için önerilen projelerin bir program oluşturduğunu varsayalım. Ama iktisatta "beleş yemek yok" diye bir söz vardır. Sonuçta bu projelerin bir maliyeti olacak ve bu maliyeti birileri ödeyecek. Bu konuda ne biliyoruz? Bir projeyi ötekisiyle karşılaştırırken sadece yararına bakılamayacağına göre, maliyetlerinin de bizlerle paylaşılması gerekmez mi? Hele, batı demokrasilerinde olduğu gibi, yerel hizmetlerden yararlananların onların mali külfetini üstlenmeleri gerektiği ilkesine uyacaksak! Oysa bu konuda pek açıklama yok. Tartışmalar, genelde, belediye bütçeleri proje önerilerini finanse edecek kadar "esnekmiş" gibi sürdürülüyor. "Esnek bütçe kısıtı" (Soft budget constraint) teknik bir deyimdir. İktisatta yaygın kullanımını sağlayan ünlü Macar iktisatçısı Janos Kornai'dir. Sosyalist ekonomilerde, "girişim firmadan, kaynağı bulmak merkezden" anlayışının yarattığı sorunları ortaya koyabilmek için geliştirilmiştir. Kornai, bu anlayışın etkin olmayan kaynak dağılımına yol açacağını göstermişti. Bu kavramın iktisatçılar tarafından benimsenmesinin temel nedeni de Korani'nin gösterdiği sorunun sosyalist ülkelerle sınırlı olmayıp genellenebileceğinin, batıdaki iktisatçılar tarafından anlaşılmış olmasıydı.
    
Ekren'den açıklama mı bekleniyor

Anlaşılan belediye başkan adaylarımızın önemlice bir kısmı, esnek bütçe kısıtından memnun olmalılar ki, bize projelerin maliyetleri, nasıl finanse edilecekleri konusunda bilgi vermeye gerek görmüyorlar. Hatta belediyelerin gelirlerinin nasıl artırılacağını da tartışmıyorlar. Demek ki, bir gün "Sayın Ekren bu konuda da bir açıklama yapar, kamuoyunu aydınlatır" diye düşünüyorlar. Korkarım ki, Sayın Ekren bir gün gerçekten bunu yapmak zorunda kalabilir. Ancak bu yolun iki sakıncası var. İlki Kornai'nin ortaya koyduğu üzere bu durumda belediye harcamalarında etkinlik sağlanamayacaktır. Belediyelere kaynak transferi konusundaki duyarlığın arkasında yatan iktisadi neden budur. İkincisi ise bu tür bir yaklaşım demokratik yerel yönetim anlayışıyla bağdaşmaz. Daha önceki yazılarımda bu konu üzerinde durmuştum.