Açılımlı Dönüşüm ve Kentsel Yalanlar



Açıl Susam Açıl Kürt açılımı, Demokratik açılım, Alevi açılımı derken, Roman açılımıyla siyasal alandaki açılım furyası toplumsal alana da taşınmış oldu. Aslında isimlendirilmese de, kentsel dönüşüm projelerinin her biri bir açılımı temsil ediyor; Ayazma-Tepeüstü açılımı, Sulukule açılımı, Başıbüyük açılımı, Tarlabaşı açılımları bu açılımlara bir dizi örnek oluşturuyor.

Siyasal alandaki açılımlarla kentsel dönüşüm açılımları arasında temel bir benzerlik var; Ali Baba ve Kırk Haramiler hikâyesindekine benzer bir biçimde, iktidar her açılımın ilanıyla birlikte, sihirli kapının öte tarafında hazine sözü verse de, kapı aralanınca, karşımıza çıkan şeyin ganimetten çok, iyi ihtimalle hiçlik veya çıplaklık, kötü ihtimalle bir aldatmaca ve tuzak, fakat her ihtimalde bir samimiyetsizlik olduğu gözler önüne seriliyor.

Bir kez daha AKP’yi iktidara taşıyan sürecin belki de en önemli girdilerinden biri seçkinler karşısında ezilenleri temsil ediyormuş gibi yapması olduğunu hatırlayalım. Hatırlamak zor olmasa gerek, çünkü eskisi kadar yoğun olmasa da, zaman zaman öyle yapmaya devam ediyorlar. Etmesine ediyorlar da, mızrak da artık çuvala sığmıyor. Çuvala sığmayanlara bakınca da, içinde bol miktarda kentsel dönüşüme ilişkin malzeme var.

Çok eski kayıtlara gitmeye gerek yok, Başbakan’ın Roman halkıyla özdeşleşen Sulukule için “ucube” gibi hakaretamiz bir sıfatı kullanmasının üzerinden bir yıl bile geçmedi. Başbakan’a doğrudan (ve gönülden) bağlı TOKİ Başkanı da amirini utandırmadı; her fırsatta, şapkadan çıkardığı rant projelerini aklamak için, Sulukule başta olmak üzere tüm kentsel dönüşüme konu olan mahalleleri uyuşturucu, fuhuş ve terörist yuvası olarak karalamakta tereddüt etmedi. Bir de Sulukuleli tanımı yaptı; esmer siyah vatandaşlar.

Bütün bu değerlendirmelere dönüşümün nedeni geçtiğimiz günlerde aldığım bir telefon. Bir Şen Mahalleli’den geliyordu bu telefon. Kim olduğunu ilk etapta çıkaramadığım telaşlı (erkek) sesinden; Sulukulelilerin yerleştiği mahallelerden birinin Gaziosmanpaşa Şen Mahalle olduğunu duyduğumda, şaşırmadım. Ancak aynı ses “Sultan Mahallenin başına gelenler, bizim de başımıza gelecek” diyordu. Anlaşılan Sulukulelilere gün yüzü göstermemeye kararlıydı iktidar; bu kez Sulukulelerin bir bölümünün yerleştiği Şen Mahalle’yi hedefe koymuştu. Biraz paranoyak bir Sulukuleli özel olarak iktidarın kendilerine takmış olduğunu düşünebilir böyle bir durumda.

Çok sürmedi telefondaki sesin 2005 yılında bir arkadaşım aracılığıyla “Şen Mahalle”de tanıştığım Şadi ağabey olduğunu anlamam. Roman Açılımı münasebetiyle Abdi İpekçi Spor salonunda Romanlarla buluşan Başbakan, burada yaptığı konuşmada, sık sık Şadi ağabeye atıfta bulunuyordu.

“Gaziosmanpaşa’nın Sarıgöl’ünde camideki Şadi amcaya safın arkasına geç demeye kimsenin hak ve selahiyeti yoktur.” diyordu. Devamında da TOKİ’den Romanlar için ucuz konut imkânı sağlanacağı yönündeki vaatle tamamlıyordu konuşmasını. Sarıgöl camisi cemaatinin Şadi ağabeye safın arkasına geç demek gibi bir derdi olmadığı malum. Ancak Başbakanın konuşması Roman açılımının kapsamına ve kafasındaki Roman kimliğine dair önemli ipuçları veriyor. Dolayısıyla, her ne kadar hitap edilen kitle Roman olmayan cami cemaati olsa da aslında mesaj doğrudan Roman halkına. Açılan kapının arkasında, bu defa TOKİ konutları vardı, üstelik Romanların safların arkasına gönderilmediği caminin temelleri de atılmıştı daha şimdiden. Özetle, Yeşilçam sinemasının da sıkça kullandığı “seni saraylarda yaşatacağım” repliğine benzer biçimde, sizi TOKİ konutlarında yaşatacağım diyordu Başbakan Romanlara.

Başbakan Sulukulelilere sözünü tutmuş görünüyor. Biraz “dağın başı” da olsa, buraya itilenler buradan kente gelmeyi “İstanbul’a inmek” olarak da yorumlasalar, Sulukuleliler Taşoluk’ta TOKİ konutlarına yerleştirilmiş oldular. Üstüne üstlük bir vaat edip, beş yapıyor, duyarlı iktidarımız ve iktidar aygıtı TOKİ. Sulukulelileri konuta yerleştirmek bir yana, bir de bu kesime yönelik sosyal sorumluluk projesinin uygulamaya konulduğunu anlıyoruz gazete haberlerinden. Yapılan açıklamada, Taşoluk’tan kentin merkezi noktalarına ücretsiz taşımacılık hizmeti, çocuklara ücretsiz okul servisi gibi hizmetler var proje kapsamında. Küçük bir ayrıntıyı atlarsanız durum takdirle karşılanabilir. Ayrıntı şu; Taşoluk’ta kendileri için tahsis edilen 300 konuttan sadece 9’unda kalmış Sulukuleliler; 291 aile ise Suriçine geri dönmüş, bir kısmı da İstanbul içindeki veya yakın illerdeki diğer Roman mahallelerine yerleşmişti zaten. Yani sürgünden kendi çabalarıyla geri dönmüş bulunuyor Sulukuleliler.

Kültürel alışkanlıkları nedeniyle, Başbakanın, önceki başbakanların tersine, Çankaya bölgesine yerleşmeyip, Keçiören bölgesine yerleştiğini hatırlayınca, belki Sulukulelilerin de kültürel alışkanlıkları ve yaşadıkları yere bağlılıkları bulunduğunu bizzat Başbakan TOKİ’ye hatırlatabilirdi diye düşünülebilir. Öte yandan, Sulukulelilerin potansiyel suçlu ve kara-esmer vatandaşlar olduklarını hatırlayınca, bu tür kültürel hakların onlar için geçerli olamayacağını da hatırlamak gerekiyor.

Kentsel Y(T)(Ç)alanlar

Kentsel dönüşüm yalanının yer seçimiyle başladığını ve yerinden etme ile devam ettiğini belirtmek gerekir. Bu büyük talanın bir ekip işi olduğu da not edilmeli. İlçe Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi ve TOKİ pastadan pay almak için hassas bir uyum içinde çalışıyorlar. Büyükşehirlerin geneline ve özellikle İstanbul’a baktığımızda görüyoruz ki, bir yerin Kentsel Dönüşüm, Kentsel Yenileme Alanı veya Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilan edilmesi için, oraya yatırılacak paranın çok daha üstünde bir bedelle satışının mümkün olması gerekiyor.

Yani yaşadığımız tüm bu dönüşüm süreçlerinin birincil nedeni, sağlıklı çevre, planlı kentleşme ya da kamu yararı değil, her zamanki gibi “kâr ve rant” hırsıdır. İstanbul’daki uygulamaları ele aldığımızda seçilen alanların büyük oranda yatırımcılara ve diğer paydaşlara (Belediyeler ve TOKİ) bu önceliği sağladığını görebiliyoruz. Kent merkezinde kalmak (Sulukule, Tarlabaşı, Tozkoparan, Fener-Balat-Ayvansaray, Sarıgöl), adalar manzarasına sahip olmak (Başıbüyük, Gülsuyu, Gülensu) bir yanınızın göl bir yanınızın deniz olması (Küçükçekmece İç- Dış Kumsal) gibi konumsal sebeplerle mahalleniz kentsel dönüşüm alanı ilan edilebilir, ancak bu koşullar içinde yer almadığınız için hemen sevinmeyin, çünkü yarın yanınıza olimpiyat stadı, lüks konut siteleri (Ayazma-Tepeüstü) alışveriş merkezleri, rezidanslar yapılmayacağını, üçüncü köprü güzergâhının üzerinizden geçmeyeceğini bugün Başbakan dâhil kimse garanti edemez. Nitekim onbeş sene önce belediye başkanlığı sırasında “3. Köprü bir cinayettir” diyen Başbakanın düşüncelerinin ne kadar hızlı dönüştüğünü hepimiz biliyoruz. 

Yer seçiminde etkili olan diğer önemli kıstas da kuşkusuz, mahalledeki örgütlülük bilincidir. Kentin en savunmasız ve örgütsüz kesimlerinin yaşadığı alanlar kentsel dönüşümün gözde mekânlarıdır. Bu mekânlarda yapılacak her türlü proje medya desteğiyle kamuoyunda kolayca meşrulaştırılabilir.

Yer seçiminin en önemli kıstaslarından bahsettikten sonra sürece dönelim; yerseçimi sonrasında kentsel dönüşüm sınırı ilan edilir ve pusuya yatılır. Artık o lanetli sınırlar içerisinde hayat, bambaşka bir hal almıştır. Kimse bir çivi bile çakmaz evine, ha yıkıldı ha yıkılacak diye. Evine bakmayan sokağına bakar mı? Dedikodular içten içe kemirir mahalleyi, kısa sürede evler ve sokaklar bakımsızlık içinde kalır, artık çöküntü bölgesi tanımını hak edecek duruma getirilmiştir. Başına gelecekler konusundaki belirsizlik ortamı huzur bırakmamıştır yaşayanlarda, rant çevreleri ise çoktan ovuşturmaya başlamıştır ellerini. Sadece ellerini ovuşturmakla da kalmazlar. Kentsel dönüşüm ne kadar hızlı meşrulaştırılırsa o kadar kârlıdır; uğruna konferanslar düzenlenir, yurt dışından otoriteler, yerli otoriteler çağırılır, kentsel dönüşümün nasıl yapılması gerektiğini anlatırlar, yetmez kitaplara basılır. Yalanlar söylenir, “hayata başka bir pencereden bakacaksınız” sözlerine kanarsanız ne olduğunu bile anlayamadan balkondan düşersiniz. Her afetten sonra kendi suçlarını örtbas eder iktidarlar bu sihirli kelimeyle; deprem, sel, işsizlik, suç, onlara sorsanız her şeyi çözebilirler kentsel dönüşümle.

Neşesi Kaçan Şen Mahalle

Şen Mahalle de Sulukule gibi resmi kayıtlardaki bir mahalle ismi değil. Sarıgöl, Yenidoğan, Yıldız Tabya’ya kadar geniş bir alana yayılan mahalle idari sınırlarla uyuşmuyor. İstanbul’da mahalle hayatının yaşandığı, sokaklarında hâlâ çocukların oynadığı ender mahallelerden biri, kendi isimlendirmeleriyle Şen Mahalle. Altyapı olanakları ve kentsel hizmetlerden yoksun mahallede işsizlik en büyük sorun. Fakat her kentsel dönüşüm alanında olduğu gibi Şen Mahalleyi de kentsel dönüşüm gündemine sokan şey mahallenin ve sakinlerinin acil çözüm bekleyen sorunları değil elbette. Nitekim yıllardır bu sorunların çözümüne yönelik merkezi ve yerel iktidar tarafından herhangi bir adım atılmadığını biliyoruz. Tam tersine rantı yükselen gecekondu bölgelerinde uygulanan ve artık hepimizin bildiği, yukarıda kısmen özetlemeye çalıştığımız genel taktik ve strateji, Şen Mahalleden de esirgenmiyor.

Şen Mahalle de örgütlenme sıkıntıları yaşayan bir yer. 2005 yılında dernek kurmalarını tavsiye ettiğimde, Şadi ağabey yönetim kurulunu oluşturacak yedi kişiyi mahallede bulamadığını, herkesin iş, güç ve geçim sıkıntısında olduğunu, dernek kurulması için gereken görece küçük maddi bedelleri ödemek için bile sıkıntı çektikleri şeklinde bir cevap vermişti. Son görüşmemizde ise derneklerini kurdukları haberini veriyordu umutla.

2005 yılında Gaziosmanpaşa Belediyesi, Şen mahalleyi meclis kararıyla kentsel dönüşüm alanı ilan etmiş, ancak yaklaşan merkezi ve yerel seçimler öncesi halkın tepkisini sandıkta göstermesinden çekinen belediye, seçimlerden kısa bir süre önce 2007 yılında aldığı yeni bir meclis kararıyla kentsel dönüşüm sınırını kaldırmıştı. Hesaplar tuttu, seçim sonuçları merkezi ve yerel iktidarda herhangi bir değişime yol açmadı. Buna bağlı olarak geniş yetkilerle kendi başına bir iktidar odağı haline gelen TOKİ yönetiminde de bir anlayış değişikliği olmadı. Hal böyle olunca Sarıgöl için kentsel dönüşüm çanlarının yeniden çalmaya başlaması uzun sürmedi.

Mevcut iktidar Sulukule’de yarattığı rezaleti unutturmak için veya TOKİ’nin her yerde anlata anlata, öve öve bitiremediği biricik projesi Zağnos vadisi gibi rant amacı dışında bir kendini meşrulaştırma projesi yapmaya çalışır mı bilinmez. Bir yandan bu tür meşrulaştırma çabaları, öte yandan esrar, eroin, suç örgütleri ile ilişkilendirilerek, gecekondu alanlarında yapılan tasfiyeleri haklı çıkarma operasyonları tüm hızlıyla devam ediyor.

Bütün bu süreci düşünürken, “Başkanın Adamları” (Wag The Dog) isimli filmi hatırladım. “Başkanın Adamları” filmine geri dönüp filmin hikâyesine bakacak olursak bizlerin ne yapması gerektiğine dair bazı sonuçlara ulaşabiliriz. Seçim dönemine giren Amerika’da, ismi bir taciz skandalına bulaşan mevcut başkan, rakibiyle arasındaki yarışı kaybetmek üzeredir. Gündemi değiştirmek için, zekice tezgâhlanmış hayali bir savaş haberinin basına sızdırılması yeterlidir. Savaş ilan edilen ülke olarak o dönemlerde karışık olan Doğu Avrupa ülkelerinden Arnavutluk seçilir. Amerika’yla fazla bağlantısı olmayan Arnavutluk’un kamuoyu üzerinde bir etkisi olmayacağı için “yer seçimi” kriterlerine uygundur. Arnavutluk’un Amerika’ya saldıracağı haberi savaşı meşrulaştırmaya yetmiştir. Süreci hatasız yönetmek için ünlü bir yönetmenle (Dustin Hoffman) anlaşılır, senaryoya uygun bir biçimde haberler, basın açıklamaları ve görüntüler sırasıyla devreye girer. Görev başarıyla tamamlanmıştır artık. Amerikan halkı, olmayan bir savaşa inanmış ve savaş sürecini başarıyla tamamlayan kahraman başkanlarının tüm rezilliklerini unutmuştur. Gecekondu alanları bir anlamda Arnavutluk rolünü üstlenmiş durumda. Orta sınıfa anlatıyor iktidar ve iktidarın kentsel aygıtı TOKİ; buralar suç yuvası, eroin deposu, fuhuş merkezi. Buralarda kara-esmer adamlar var. Buraları temizleyerek sizlere güvenli-huzurlu kentler yaratıyoruz. Savaş sürüyor irili ufaklı Arnavutluk’larda.

Bu arada bu alanlara yönelik başka bir dil var. Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin mahalle sakinlerine gönderdiği mektup ve broşürleri okuyunca, bina yaparak cennet vaat eden senaryonun yeniden oynanmaya başladığını düşündüm.

Eninde sonunda, Şen Mahalleliler sonucu belirleyecek; ya kendilerine sunulan hayali senaryoyu kabul edecekler ya da geçmişte yaptıkları gibi kendi gerçekliklerini kendileri yaratacaklar. Şüphesiz bu iradeyi gösterdiklerinde, yalnız olmadıklarını da görecekler…

Yaşadığımız tüm
bu dönüşüm
süreçlerinin
birincil nedeni, sağlıklı çevre,
planlı kentleşme
ya da kamu
yararı değil,
her zamanki gibi
“kâr ve rant” hırsıdır.