AB Komisyonu Ortak Araştırma Merkezi Genel Müdürlüğü’ne bağlı ERAWATCH
kurumunun 2009 Türkiye raporuna göre Türkiye’deki AR-GE faaliyetlerinin yüzde
48.2’si, yani neredeyse yarısını yürüten üniversiteler, ülkemizdeki
araştırmacıların da yüzde 46.6’sının işvereni konumunda. Bununla birlikte,
üniversitelerimizin dünya yüksek öğrenim kurumları arasındaki yeri, araştırma ve
projelendirme faaliyetleri düzeyimiz konusundaki karamsarlığı doğrular
nitelikte. Ekim 2009 başında yayınlanan ve dünyadaki üniversiteleri
değerlendiren THES-QS Dünya Üniversiteleri Sıralaması’nda hiçbir üniversitemiz
ilk 100’e giremedi. Öte yandan Çin’deki Shanghai Jiao Tong Üniversitesi
tarafından her yıl yayınlanan ve ilk 500 üniversiteyi sıralayan Dünya
Üniversiteleri Akademik Sıralaması adlı çalışmada listeye girebilen tek Türk
üniversitesi, İstanbul Üniversitesi oldu. Bu üniversitemiz de Asya’daki
üniversiteler listesinde kendisine genel sıralamanın 460-500’lük diliminde yer
bulabildi. Dolayısıyla Türkiye’de araştırma ve proje üretiminin beşiği konumunda
olması gereken üniversiteler, bilim üretiminde dünyadaki muadillerine oranla
gayet zayıf.
Eğitim sistemi
Birbirlerini takip eden araştırma ve proje üretim aşamalarının paylaştığı
ortak bir mantık, bir zihniyet mevcut. Bu zihniyeti eğitimin erken safhalarından
itibaren yerleştirmekte ısrarcı olmayan toplumlar, bilim üretmekte ve proje
geliştirmekte zorlanırlar. Gelişmiş ülkelerin eğitime yaklaşımı, araştırma ve
sorgulamayı esas alan bir anlayış üzerine inşa ediliyor. Bu ülkelerde eğitim
yapılarının en önemli unsuru, ilköğretim evresinden itibaren öğrencilere bu
anlayışa uygun bir eğitim sistemi sunulması. Merak etme, sorgulama, araştırma
sürecine aktif katılım ve elde edilen sonuçları yazarak kayıt altına alma
üzerine odaklanan bu eğitim sisteminin yetiştirdiği bireyler, bilimsel
araştırmayı yaşamlarının ve kariyerlerinin ayrılmaz bir parçası haline
getirirler. Türkiye’nin bu alanda yaşadığı sorunlar hakkında varılabilecek temel
sonuç, başta üniversitelerimiz olmak üzere araştırma ve proje üretmekle sorumlu
kurumlarımızın zaafiyetinin, ilk ve ortaöğretim eğitim sistemimizdeki merakı ve
araştırmayı körüklemeyen, çözüm geliştirmek üzere inisiyatif kullanmayı teşvik
etmeyen yöntemlere bağlanabileceğidir.
Ülkemizin AB çerçeve programlarına proje teklifi sunma ve bu programlardan
fon temin etme performansı da araştırma ve projelendirme konusundaki
yetersizliğimizi çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. AB, 1984’ten beri beş yıllık
sürelerle yenileyerek uyguladığı çerçeve programlarıyla kilit bilim ve teknoloji
alanlarında liderlik elde etmeyi, Avrupa kıtasında araştırma ve yaratıcılığı
teşvik edip harekete geçirmeyi, böylelikle bölgedeki insani potansiyeli
geliştirip güçlendirmeyi, tüm kıtada araştırma ve yenilik kapasitesini artırmayı
hedefliyor. Ülkelerin bir fon havuzuna katkıda bulunarak katılabildiği bu
programlar, herhangi bir üye ülkeye, söz konusu ülkenin katılım miktarının beş
katı civarında proje finansman olanağı sağlıyor. Programların felsefesine uygun,
AR-GE içerikleri sağlam projeler üretilmesi ve programa üye ülkelerden benzer
kuruluşlar ile ortaklıklar kurulması halinde, sunulan bu geniş olanaklardan
faydalanmak mümkün hale geliyor.
Türkiye, çerçeve programlarına ilk olarak beşinci beş yıllık dönemi kapsayan
1998-2002 yılları arasında cüzi bir katılımda bulundu. Ancak Altıncı Çerçeve
Programı’na 240 milyon avroluk bir kaynakla katılan Türkiye, 1 milyar avronun
üzerinde proje başvurusu sunma hakkı kazanmasına karşın, gayet düşük bir
performans sergiledi. 2002-2006 yılları arasını kapsayan Altıncı Çerçeve
Programı’na AB ülkelerinden her biri ortalama 8.000 civarında başvuru yaparken,
Türkiye’nin başvuru sayısı 2.000 civarında kaldı. Öte yandan, Türkiye’den
yapılan başvurularda proje fonlama oranı programın ilk dört yılında yüzde 12
civarında seyretti, bu oran son yıl sağlanan sıçrama ile ancak yüzde 18’e
yükseldi. Bu çerçevede, ülkemizdeki araştırmacılar 240 milyon avroluk katkı
karşılığında 45 milyon avro civarında fon elde edebildi.
Hazırlanan raporlara göre Altıncı Çerçeve kapsamında elde edilen 45 milyon
avro civarındaki fonun yüzde 70’lik kısmı üniversitelerimizin ürettiği projelere
verildi. Ancak ülkemizdeki 132 kamu ve vakıf üniversitesinin Altıncı Çerçeve
kapsamında temin ettiği toplam proje fonlarının yüzde 65’i yedi üniversite
arasında paylaşıldı. Bu üniversiteler proje adetleri ve elde ettikleri fon
büyüklüklerine göre sırasıyla şöyle: ODTÜ, Bilkent, Sabancı Üniversitesi, Ege
Üniversitesi, İTÜ, Boğaziçi Üniversitesi ve Koç Üniversitesi. Yani ülkemizde
araştırmacı sayısı az, proje geliştirme geleneği düşük, araştırma ve projeye
ağırlık veren üniversiteler ise sınırlı.
Yedinci program
2007 yılında başlayan ve 2013 yılına dek sürecek olan Yedinci Çerçeve
Programı ise pek iyimserlik telkin etmiyor. TÜBİTAK verilerine göre, Türkiye’nin
2007-2013 yılları arası dönemde 400-450 milyon avro katkı sağlayacağı Yedinci
Çerçeve Programı’nın ilk iki yılında başvuru/fonlama oranı yüzde 13 civarında.
Dolayısıyla genel anlamda Yedinci Çerçeve Programı’nın sağladığı imkânlardan da
verimli ölçüde faydalanmamız güç. Son verilerin gösterdiği belki de en iyimser
gelişme, üniversite dışı birimlerden fonlara gösterilen ilginin artmış
olması.
Bu genel görünüm karşısında bir değerlendirme yapıldığı takdirde şöyle
sonuçlara varmak mümkün: 1) Çerçeve Programları genel anlamıyla
toplumda, bilhassa üniversitelerde pek tanınmıyor, bu nedenle başvuru sayısı
sınırlı kalıyor. 2) Üniversitelerimin dış temaslardaki
zayıflığı, proje ortağı kurum bulmakta zorlanmalarına yol açıyor.
3) Öğretim görevlilerimiz proje üretimi üzerine yoğunlaşmıyor,
bu alanda yurtdışındaki meslektaşları ve kurumlarla işbirliği geliştirme
imkânlarını araştırmıyor. Kısacası araştırma ve bilim üretimi süreci sekteye
uğramış haldedir. 4) Üniversitelerimiz AR-GE imkanlarını
geliştirecek yatırımlardan uzak duruyor. Bu durum öğretim görevlilerinin
bilhassa yüksek teknoloji gerektiren yüksek-ölçekli projeler konusunda bilgi
birikimi oluşturmalarını engeliyor.
Bu sorunları alt ederek, araştırma, proje ve bilim üretiminde sınıf atlamanın
yolu, farklı birçok alanda yaklaşım ve yöntem değişiklikleri yapmaktan geçiyor.
Kısa vadeli bir çözüm olarak proje geliştirme konusunda başta üniversitelerimiz
olmak üzere ilgili tüm kurumlarda AB fonlarına proje başvurusu hazırlama jargon
ve tekniklerini işleyen sertifika programları sunularak bilincin artırılması
elzem. Orta ve uzun vadeli çözüm olarak ilkin, başta ilk ve ortaöğretim olmak
üzere eğitimin her seviyesinde, araştırma ve proje üretimini başarının ön şartı
olarak empoze etmek faydalı olacaktır. İkinci olarak, özel sektörün ve
üniversitelerin AR-GE faaliyetleri önündeki tüm bürokratik engellerin
kaldırılması ve teşvikler oluşturulması gerekir. Üçüncüsü ise öğretim
görevlilerinin üniversite kariyerlerinde terfi etme şartlarından biri olarak,
uluslararası çapta ve tanınırlıkta araştırma ve proje üretimleri ile
uluslararası işbirliklerinin ağırlığının arttırılmasıdır.
Haydar Özpınar / Prof. Dr., İstanbul Aydın Üni., Uluslararası
Akademik İlişkiler ve Projeler Koordinatörü