'İstanbul'un Yokuş ve Merdivenleri',
güzel İstanbul'un, inişli çıkışlı, dağınık, sürprizli ve sevecen yanına bir
methiye... İlkin 1991'de basılmış, Cahit Kayra, o günlerde
74'lük bir delikanlıymış. Ne merdivenler çıkmış, ne yokuşlar tırmanmış! Şimdi 92
yaşının bilgeliğiyle oturuyor evinde. Aradan 18 yıl geçmiş, kitap ikinci
baskısını yapmış, bu şehir perişan; ama güzel yine, yokuş ve merdivenler yerli
yerinde.
İlk önce ismini sevdik kitabın; "İstanbul'un Yokuş ve Merdivenleri"... Bir
tebessüm yayıldı yüzümüze, içimiz aydınlandı. Yeni değildi, 18 yıl önce
basılmış, tükenmiş bir kitabın ikinci baskısıydı elimizdeki; ama yeni doğmuş bir
bebeğin patilerini sever gibi sevdik. Hem söz konusu İstanbul ise zaman dururdu,
yokuşun merdivenin eskisi yenisi mi olurdu? Sonra ilk cümleler; "Ben İstanbul'un
dağınık, ilkel ve sevecen mantığını severim"... 92 yaşındaki Cahit Kayra
söylüyordu bunu, cetvelle çizilmiş gibi düzgün şehirlere tahammül edemediğini
cümle âleme bildiriyordu. Onunla bir yokuş başında, merdiven basamağında sohbet
etmeyi isterdik, yaşını ileri sürdü, "Yormayın beni" dedi.
Moda'daki evine gittik, odası sahaf kokuyordu, o da
sandalyesinde eski bir kitap gibi oturuyordu. "Bu büyüklükte bu kadar yokuşu ve
merdiveni olan başka şehir yok." dedi: "Bu kadar girintili çıkıntılı bir şehir
yok, tarih de oralarda yazılıyor. Şimdi gitsem bulamam bazı yokuşları, o
basamakları çıkamam." Cahit Kayra yaklaşık 20 yıl önce, elinde kent planları,
tarih kitaplarıyla merdivenli merdivensiz bin 500 yokuşu tırmanırken de yetmiş
yaşın üzerindeymiş hâlbuki... Gözü, sokak isimlerinde, her biri için küçük
hikâyeler düşleyerek dolaşırken şehir sakinlerinin mizah gücüne hayran kalmış;
Karga Zarife, Mini Kafa, Hoş Sohbet, Yeni Gelin Sokağı, Bayıldım Yokuşu ve hemen
yanında Yoruldum Yokuşu...
Kitap üzerine konuşmak için hep yirmi yıl önceye dönmek gerek. Mülkiye
mezunu, bir dönem Ankara milletvekilliği yapmış, 1974'te Enerji ve Tabii
Kaynaklar bakanı olmuş Cahit Kayra'nın bir dolu İstanbul kitabı yazdığını
biliyoruz. Soru şu: "Eski İstanbullu olmanın getirdiği bir yükümlülük müdür
İstanbul'u yazmak?" Bir başkası söylese üzerinde durmayacağımız cümleler, 92
yıllık bir ömürden süzülerek geldiğinde sarsıcı oluyor: "Hayat olağanüstü bir
şeydir. Ve insana bir yükümlülük düşer. Bu hayata cevap vermek kabil olduğu
kadar bir görev, bir borçtur. Çocuk sahibi olmak yaşama verilen bir cevaptır.
Kumandanın savaşması da bir cevaptır. Ben kitabî bir gelenekten geldim. Hayata
ancak kitap yazarak cevap verebilirdim." Peki, bu yokuş ve merdivenler kitabı
nereden çıkmıştı? "Fikir eşimindi." diyor Kayra: "Biz aslında harita mühendisi
arkadaşım Orhan Bayrak'la birlikte haritalar üzerine çalışıyorduk. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi'nde müşavirlik yaptığım günlerde
belediyenin arşivini merak ettim, bilen yoktu. Sonunda bulduk, çilingirle kapıyı
açtırdık ki ne görelim, dört parmak suyun içinde yaklaşık beş bin harita
yüzüyor. Çıkarıp temizledik ve Atatürk Kitaplığı'na verdik. Abdülaziz zamanında
yapılmış planlar çıktı o depodan. İmar haritaları, yangın haritaları, 1860
yılına ait Sarayburnu-Üsküdar tüp geçit projesi... Ben bunlarla uğraşırken eşim
dedi ki "Yahu ne uğraşıyorsun bunlarla, güzel yollar, yokuşlar, merdivenler var.
Oralarda gez dolaş, kitap yap." Şimdi eşi, duvarda siyah beyaz bir fotoğraf, ne
kalmış Cahit Kayra'ya o yokuşlardan, merdivenlerden? "Yokuşlarda her basamakla
birlikte manzara değişir. Bir yerden Boğaz'ın çok güzel görüntüsü, az ileride
eski bir ev, başka bir basamakta bir kedi miyavlayıp yanınıza gelir, taşların
arasından otlar, çiçekler fışkırır, yaşamın gücü oradadır. Yokuşlar ve
merdivenler İstanbul'un süsleridir. Her şey değişir bu şehirde, şaşırtır.
Fındıklı'da bir yokuş vardır mesela, gösterişli bir yokuş değildir, tırmanınca
bir ev çıkar karşınıza, o evin yanına gittiğinizde yeni bir yokuş başlar ve yeni
bir dünya..."
Yaşı kemale ermiş bir İstanbul beyefendisine İstanbul nostaljisini sormamak
olmaz. Nostalji kaçınılmaz mıdır, bu şehir her haliyle sevgiye layık değil
midir? "Kendimi bildiğim zamanlar 1930'lara denk düşer." diyor Kayra: "O zamanki
İstanbul ile şimdiki İstanbul arasında hiçbir münasebet yok. Yokuşlar ve
merdivenler duruyor yerinde; ama o başka türlü bir İstanbul'du. Çok sakin,
sessiz, durgun, biraz eski zaman şehri gibiydi. İstanbul, bu haliyle perişan bir
şehirdir; ama yine de çok güzel bir şehirdir. Nostaljiye gelince, ileri
yaşlardaki insanların dürtüleri eskiye dönmektir. Hatırlar ve tekrar o günleri
yaşar gibi olursunuz. Evin içinde eski bir şey bulduğum zaman çok sevinirim. Bu
bir yaşam dürtüsüdür." Cahit Kayra, şimdi neler yapıyor, sahaf kokulu loş odada
mı oturuyor hep? "Çarşamba günleri Hilmi Yavuz ve Hasan Pulur ile Beşiktaş'a
yemeğe gideriz. Akşamları çıkar Moda'da biraz yürürüm. Doktor da böyle söylüyor;
ama bunun dışında bir yerlere gitmek yok. Bazen oğlum, arabasına bindirirse
etrafı seyrederim. Kazancı yokuşundan yukarı çıkan 170 basamağı tırmanamam
artık."
Anadolu Yakası'nın merdiveni az, yokuşu çok
Cahit Kayra, 18 yıl önce hazırladığı 'İstanbul'un Yokuş ve Merdivenleri' (Sel
Yayıncılık) kitabını bugün eksik buluyor, "İmkânım olsa, daha kapsamlı bir
çalışma yapardım." diyor. Peki, eksik olan nedir? "Anadolu yakasını çok ele
alamadım. Hâlbuki Kandilli'de, Çengelköy'de, Beylerbeyi'nde ne güzel yokuşlar
var." İki yaka arasındaki bir farka da dikkat çekiyor Kayra: "Anadolu yakası,
Rumeli'ye kıyasla daha fakir ve daha işlenmemiş bir bölge olduğundan burada
merdiven az, yokuş çoktur."