Taraf Gazetesi'nden Billur Özgül'ün haberine göre, Tarihî M.Ö. 5. yüzyıla dayanan kaya resimlerine sahip Beşparmak Dağları (LATMOS) yıllardır taşocağı tehdidi altında. Bölgede bulunan 6 taş ocağından Feldspat minareli çıkarılıyor. Bu mineralden seramik, banyo ve tuvalet taşı üretiliyor. Doğaseverler, kaya resimlerinin yanı sıra biyolojik zenginliğe de sahip dağların Milli Park yapılması için çalışmalarını sürdürüyor ancak ocaklar da çalışmaya devam ediyor.
Aydın ve Muğla arasında bulunan ve tarihte “Kutsal Dağ olarak adlandırılan Beşparmak Dağları erken döneme ait antik kente sahip. Latmos bölgesi uzmanlar tarafından Anadolu arkeolojisinin en önemli keşfi olarak adlandırılıyor. Bölge, kayaların doğal aşınmaları nedeniyle dünyada az görünen coğrafya parkı niteliği taşıyor. Latmos ayrıca Türkiye’nin en büyük fıstık çamı ormanlarından biri olma özelliği taşıyor.
Karakulak da burada
1994’te Arkeolog Dr. Anneliese Peschlow tarafından keşfedilen M.Ö. 5. ve 6. yüzyıla ait 170 kaya resmi de Latmos’ta yer alıyor. 13 tarihî manastırın bulunduğu bölgede dünyada yok olmak üzere olan 22 çeşit bitki ile yabanî kedi türü olan Karakulak ve Kuyruklu Kartal da bulunuyor.
Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü, Latmos’un taş ocağı çilesini bitirmek için yıllardır mücadele verdiklerini dile getirdi.
“UNESCO’ya başvurduk”
Sürücü ayrıca şunları söyledi: “Bölgenin Millî Park ilan edilmesi için Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na ve Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na buranın tescillenmiş kalıntıları ve biyolojik zenginliğine dair bir rapor sunduk. Bunun yanı sıra UNESCO’ya da başvurduk. Ancak taş ocaklarının faaliyetleri sürdüğü için bu kurumlardan kısa sürede cevap gelmesi gerekiyor. Burada binlerce kaya var. Hepsinin altına bakamadığımız için ne kaybettiğimiz belli değil. Bu zenginlik eşsiz ancak çıkarılan mineral Türkiye’de başka yerlerde de var.”
Piskoposluk merkezi oldu
Kaynaklara göre, M.S. 7. yüzyılda bölgeye ilk manastırları Sina Yarımadası ve Yemen’den gelen Hıristiyan rahipler inşa etti. Manastırların sayısının artmasının ardından bölge 9. yüzyılda bir piskoposluk merkezi haline geldi.