Antalya’da sayısı 29’u bulan akarsudan 25’inin denize, 4’ünün içerideki göllere döküldüğü veya göllerden çıkıp ovalarda kaybolduğu belirtilen raporda, bu akarsuların bazılarının yazın kuruduğu, ancak Eşen Çayı, Aksu, Köprüçayı ve Manavgat Irmağı gibi nehri andıran büyük akarsular olduğu da kaydedildi. DHA'nın haberine göre, bu büyük suların, Toroslar’ın yaylalarından ve binlerce yıllık yalayışları ile dağlarda açtıkları vadilerden köpüre köpüre akarak birçok yerde şelaleler oluşturduğu da anlatılan raporda, şöyle denildi:
"Antalya bölgesinin bu akarsuları, diğer Akdeniz illerinde olduğu gibi rejimleri düzensiz dere ve çaylardır. Debileri mevsimlere göre büyük değişiklik gösterir. Yazların sıcak ve kurak geçmesi yüzünden akarsuların yaz sonlarına doğru suları çok azalır, hatta birçoğu tümden kurur. Sonbahar sonlarında yağmurların başlamasıyla su düzeyi gittikçe yükselir ve ilkbaharda Toros Dağları’ndaki karların erimesiyle son aşamasına ulaşır."
Birkaç şelale kaldı
Ayrıca dağlar arasında korkunç gürültüyle akan bu suların ovalara inince uysallaştığına dikkat çekilen raporda, "Hırçınlıkları gibi hızları da azalır. Çam, söğüt veya zakkum gibi ağaçların arasından kıvrıla kıvrıla akar, yüksek bir falez üzerinden düşer veya yumuşak bir kumsal yatağında denize karışırlar. 1965 yıllarına değin Antalya kentinin içinden geçen sular kıyıdaki 40- 50 metre yükseklikteki falezlerde 30 kadar şelale oluştururdu. Bunların sayısı, zamanla akarsuların akış yönlerinin değiştirilmesi sonucu birkaç taneye inmiştir. Akarsular yönünden Antalya’nın en büyük özelliği de bir düdenler ve şelaleler beldesi olmasıdır" denildi.
"Şelaleler şehri’ olarak bilinirdi"
Yakın geçmişe kadar Antalya’nın ’şelaleler şehri’ olarak bilindiğine işaret eden DSİ’den emekli inşaat yüksek mühendisi Galip Büyükyıldırım, bahçelerden, cadde ve sokaklardan akan, falezlerden çağlayan suların, kentin ikinci binyıl sonlarına değin yaşayan önemli bir özelliği olduğunu vurguladı. Bu özelliğin en önemli kaynağının, kentin hemen yakınındaki Kırkgözler- Düden adlı zengin bir yeraltı ve yerüstü su sistemi olduğuna değinen Büyükyıldırım, "Antalya kent yaşamı ve kültüründe derin izler bırakan akarsu ve çağlayanlar özellikle son 20 yılın kentleşme ve yapılaşma politikaları sonucu hızlı bir yıkım ve yok oluş sürecinde" dedi.
Yok olan şelaleler
Büyükyıldırım, 2000’li yılların başında akarsuların yeniden canlandırılması eğilimleri ve Büyükşehir Belediyesi’nin isteğiyle DSİ tarafından bir rapor hazırlandığını belirtirken çok eski bir su sistemi olan Yediarıklar’ı hatırlattı. Bunların her birinin ilgili oldukları kişi, yöre ya da kuruma bağlı olarak adlandırıldığını belirten Büyükyıldırım, Kızılarık, Kanlıçay, Kanlıöğüt, Elektrik, Kasaboğlu, Sinan, Cihadiye şeklinde bir zamanlar falezlerden dökülen, fakat bugün yok olan şelaleleri sıraladı. Büyükyıldırım, örneğin Kanlıöğüt’ün 3 ayrı noktadan denize dökülerek şelaleler oluşturduğunu, bunların tek birer şelale olarak düşünülmemesi gerektiğini söyledi.
Yeniden ele alınabilirler
DSİ’den emekli inşaat yüksek mühendisi Galip Büyükyıldırım, kent merkezinde ve yakın çevredeki bahçelerin yoğun yapılaşma nedeniyle büyük ölçüde yıkıma uğradığını, yeşil alanların azaldığını, kalan ağaçların kuruduğunu kaydederek şöyle konuştu:
"Bu kaynaklar geçmiş kültürleri de kucaklayan çağdaş bir anlayışla yeniden ele alınıp, eski arık ve yapılardan kimileri canlandırılıp yaşatılarak yeni çay, arık, gölcük ve çağlayanlar oluşturulmalı. Böylece Antalya’da dünyaya örnek bir su kenti yaratılabilir. Bu sayede Antalya’ya sağlanacak yararların yanı sıra, doğal kaynakların korunması, ülkemizde kökeni çok eski çağlara dayanan zengin su uygarlık ve geleneklerinin tüm dünyaya tanıtılması açısından önemli bir adım atılmış olacaktır."