Tüm canlıların ve insanların biricik ve en temel yaşam
kaynağı olan su konusunda yaşanan sorunları ve çözüm önerilerini bu köşede
gündeme getirmeye çalışmaktayız. Tüketici Hakları Derneği Genel Başkan
Yardımcısı Hakan Reyhan’ın hazırlamış olduğu ve aşağıda
okurlarımıza sunulan yazı ile de İstanbul’da yapılan 5. Dünya Su
Forumu
hakkındaki gerçekler,
ülkemizin suları üzerindeki planlar ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
Dünya Su Forumu’nun 5.’si 16-22 Mart 2009 tarihleri
arasında İstanbul’da gerçekleşti. 1996’da kurulan Dünya Su
Konseyi’nin üç yılda bir düzenlediği forumlar daha önce 1997’de
Fas’ta, 2000’de Hollanda’da, 2003’te
Japonya’da ve 2006’da da Meksika
’da yapılmıştı. Bu forumların, dünya halklarının geleceğini
tehdit altına alan “su kıtlığı” meselesine çözüm bulmak için gerçekleştirildiği
ve bu amaçla yönetişim modeli çerçevesinde “katılımcı” bir bilimsel toplantılar
dizisi olduğu söylense de gerçek bu değil.
Sivil-demokratik forum şekli ve su kıtlığı meselesine
çözüm arayan görünürdeki “bilimsel”
içeriğinin arkasında kamuoyunun gözünden kaçırılan asıl
amacın, günümüzde ve gelecekte petrol kadar değerli olacağı belirtilen su
kaynaklarının özelleştirilmesi, en temel hak olan suya erişimin
ticarileştirilmesi olduğu forum süresince gerçekleştirilen alternatif
toplantılarda çeşitli uzmanlarca çok açık bir şekilde tespit dilmiştir. Zaten
forumu düzenleyen Dünya Su Konseyi’nin temel örgütleyicilerinin arasında
ambalajlanmış su pazarını ellerinde tutan büyük dünyasal su tekellerinin olması
da bu durumu kanıtlamaktadır.
Forumun gizli gündeminde yer alan “suyun özelleştirilmesi” çalışmaları
yüzünden daha önce gerçekleşen bütün su forumlarına dünya halklarının;
sendikaların, çevre örgütlerinin ve tüketici hareketinin büyük ölçekli tepkileri
olmuştur.
Dünya Su Konseyi’nin ve su forumlarının asıl amacını deşifre eden çok sayıda
sivil toplum örgütü, suya erişimin bir insan hakkı olduğunu,
ticarileşemeyeceğini, suyun metalaştırılmasının özellikle yoksul ülkelerin
halkları ile emekçi-köylü sınıflar için ve genel olarak düşük gelirli
tüketiciler için ölüm demek olduğunu alternatif su forumlarıyla dile
getirmişlerdir.
Dünya su tekelleri ve Türkiye
Forumu düzenleyen Dünya Su Konseyi’nin asıl amacını Konsey Başkanı’nın
düşüncelerinden de anlamak mümkündür. Aynı zamanda global bir su şirketinin de
genel müdürlüğünü yapmış olan Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon dünyanın
içerisinde bulunduğu su sıkıntısının çözümüne ilişkin olarak aynen şu ifadeleri
kullanmıştır: “İnsanlar su faturalarına cep telefonu kadar ödeme yapmaya razı
olursa hiçbir sıkıntı kalmayacak.” Bu anlayışın özeti, suyun kamusal bir değer
ve suya erişimin bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp, su hizmetlerinin piyasaya
havale edilmesi, yani özelleştirilmesidir.
Ülkemizde gerçekleştirilen 5. Dünya Su Forumu’nu da bu şekilde değerlendirmek
gerekmektedir. Dünya’nın büyük kapitalist tekelleri suya erişim hizmetlerinin
yönetimini devletten/kamudan alıp piyasa tekellerinin inisiyatifine bırakmak
için büyük çaba harcıyorlar. Ticarileştirilen su hizmetlerinden büyük bir pazar
oluşturmak üzereler.
Su tekellerinin özelleştirmelerle, suyun ambalajlanmasıyla oluşturdukları
dünyasal su pazarının kârı daha şimdiden petrol pazarından elde edilen kârın
yüzde 40’ına ulaşmış durumdadır. Üstelik hali hazırda dünya nüfusunun sadece
yüzde 5’i suyunu uluslararası su tekellerinden almaktadır. Yani dünya üzerindeki
sularının yüzde 95’i henüz özelleştirilmemiş, ticarileştirilmemiştir. Bu bakir
alan çok büyük bir rant alanı olarak dünyasal su tekellerinin iştahını
kabartmaktadır.
Türkiye’de de durum aynıdır. Bugün ülkemizde 112 milyar metreküp olan
kullanılabilir su potansiyelinin sadece yüzde 34.8’lik kısmı tüketilmektedir.
Böyle bir potansiyeli olan Türkiye, su kaynaklarının sınırlı olmasına rağmen su
ihtiyacı ve su problemi olan yoğun nüfus bölgelerinin merkezinde olması
nedeniyle suyun ticarileşmesi açısından adeta pilot bölge olarak seçilmiş
durumdadır.
Ülkemizde gerçekleşmekte olan 5. Dünya Su Forumu’nun Türkiye’yi bir
ticarileştirilmiş su pazarının merkezi haline getirme amacını taşıdığı
anlaşılmaktadır. Zaten Enerji Bakanı Hilmi Güler, akarsuların
özelleştirilmesinin bile gündemlerinde olduğunu açıklamıştır. Mevcut siyasal
iktidarın, sözde kaynak yaratmak adına uluslararası su tekelleriyle işbirliği
içerisinde su kaynaklarını kullanma hakkını 49 yıllığına büyük su şirketlerine
devretmeyi planladığı söylenmektedir.
Dünyanın bazı bölgelerinde suyun özelleştirilmesi sonucunda yağmur suyunun
biriktirilmesinin bile yasaklandığı bilinmektedir. Yine özelleştirilen
akarsuların çitle çevrildiği, özel şirketlere bağlı akarsu polislerinin istihdam
edildiği, akarsuların, göllerin kullanımının kontöre bağlandığı örnekler
mevcuttur. Şimdi ütopik gibi görünen bu uygulamaların, suyun kamusal alandan
koparılması sonucunda gelecekte ülkemizde de görülmesi hiç de şaşırtıcı
olmayacaktır.
Suya erişim hakkı
Su hakkının temel bir insan hakkı olduğunu, suya erişim hakkının
tüketicilerin kamusal erk dışında geçici veya sürekli, dolaylı veya doğrudan,
hiçbir şekilde devredilemez bir hak olduğunu bilmek gerekir. Aslında anayasanın
sosyal devlet ilkesi de sağlıklı ve yeterli suya erişim hakkını güvence altına
almaktadır. Buna rağmen bu temel anayasal ilke başka konularda olduğu gibi su
konusunda da ihlal edilmektedir.
Ülkemizde, önümüzdeki dönem içerisinde su mülkiyetinden kaynaklanan bir
toplumsal tahakkümün yaşanması ve suyun piyasa malı haline gelmesi istenmiyorsa
dağıtımı da dahil olmak üzere su hakkının somut olarak anayasada yer alması,
suyun özelleştirilmesinin kesinlikle engellenmesini sağlayacak bir anayasal
değişikliğinin derhal yapılması gerekmektedir.
Tüketici Hakları Derneği olarak, bu konudaki önerimizi en kısa sürede
Meclis’teki siyasi parti gruplarına ileteceğimizi ve suyun metalaşmasının önüne
geçmek üzere en güçlü önlem olan anayasal güvencenin sağlanması için her türlü
çalışmayı yapacağımızı kamuoyuna duyururuz.
Turhan Çakar / Tüketici Hakları Derneği Genel
Başkanı