3. Köprü Neyi Amaçlıyor?



2 Ekim’de, 12 yıl önce olduğu gibi 3. köprüye karşı durmak için Boğaz sahillerinde gene buluştuk. Ben arkadaşlarımla Fındıklı parkındaydım. Birkaç yüz kişi olduk. Diğer yerlerde kaç kişi vardı bilmiyorum.

Dikkatimi çekti: Bu defa 12 yıl önceki eyleme katılan bazı arkadaşlarımız yoktu. 3. köprüyü yerel yönetimlerin özerkliğine karşı bir darbe olarak gördüklerini ve kenti yaşanmaz hale getireceğini söyleyen başörtülü arkadaşlarımızdan da kimseyi göremedim. Oysa geçen sefer bizimle birlikteydiler. Onlarla Arnavutköy’de buluşmuş, 3. köprünün kentte nasıl bir felaket yaratacağını kamuoyuna birlikte duyurmuştuk. Bu defa tahmin edeceğiniz gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yöneticileri de aramızda yoktu. Oysa geçen sefer yalnızca gösterilere katılmakla kalmayıp belediyenin meclis salonunu dahi bize vermişlerdi, 3. köprüyü tartışmaya açacak toplantılar yapmamız için. Ne oldu bu arkadaşlarımıza? O günden beri ne değişti? Bu defa neden yoktular? Acaba bu defa sivri burunlu cilalı rugan ayakkabılarının kirleneceğini düşündükleri için mi yoktular? Yoksa 3. köprü sayesinde otomobillerini daha rahat mı kullanacaklarını düşünüyorlar? Oysa geçmişte ısrarla köprünün çözüm değil sorun olduğunu onlar bize söylüyorlardı. Onları kim ikna etti? Sözler nasıl unutuldu? Bu defa ne değişti? Yoksa yalnızca o zamanki iktidara karşı oldukları için mi bizimle birlikte olmuşlardı? Böyle bir ihtimali düşünmek bile istemiyorum.

Nasıl dönüştüler?

Acaba bir kere daha hatırlatmak gerekiyor mu? Başbakan Tayyip Erdoğan “3. köprü cinayettir” demişti, İstanbul’un belediye başkanı iken. Kadir Topbaş seçim öncesi çok ikna edici bir açıklama yapmıştı, televizyonlara: “3. köprü kararı müzakere edilmeden alınamaz. Kentle ilgili kararların demokratik bir biçimde müzakere edilmesi gerekir”. Daha başka şeyler de söylemişlerdi. Oturdum bir kere daha düşündüm, Başbakan geçmişte 3. köprü yapımına karşı olduğunu açıkça beyan etmişti. Kadir Topbaş iktidara geldiğinde 3. köprü kararının Ankara’dan değil, demokratik bir biçimde alınması gerektiğini söylemişti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ‘İstanbul Metropoliten Planlama Merkezi’ adı altında 500 kişinin çalıştığı bir şehircilik bürosu kurmuştu. Bu merkez İstanbul’un planlarını hazırlamıştı. Bu planda yeni köprü yer almadığı gibi, köprülü çözümlerin sakıncalarına dikkat çekilmişti.
Sonra ne değişti? AKP iktidara geldi. Ankara’ya gittiğinde Tayyip Erdoğan, nasıl olduysa birdenbire köprü yanlısı oluverdi. Yalnız o mu? Kendisi İstanbul Belediye Başkanı iken ve daha sonra yönetimde kadroları yer alırken, 3. köprüye karşı mücadele veren uzmanlar, yöneticiler ve bazı STK’lar da birdenbire görüş değiştirdiler. Artık sesleri çıkmaz oldu. Hadi diyelim katılımcı bir yönetim modeli olmadığı için siyasetçiler seçildikten sonra müteahhitler tarafından etki altına alınıyorlar. Onu anladık. Peki, bu duyarlı arkadaşlarımıza ne oldu? Uzmanlar, aktivistler, STK’lar da acaba iktidarla birlikte mi dönüşüyorlar? Destekledikleri parti muhalefette iken başka, iktidarda ise başka türlü mü düşünüyorlar? Bu dönüşümü nasıl açıklamalı?

Dikkat ederseniz 2. köprünün de yalnızca transit geçiş için kullanılacağı, Karadeniz otoyolunu Trakya otoyoluna bağlayacağı, transit araçların kent trafiğine girmeyeceği, yeşil alanlarda yapılaşma olmayacağı söylenmişti. Su havzalarına ve ormanlara dikkat edileceği, hassas bölgelere çıkış verilmeyeceği de. Sonra ne oldu? 2. köprü yollarının etrafı yeni yerleşmelerle doldu. Bugün belediye yöneticileri 2. köprünün otoyollarının da tıpkı 1. köprününkiler gibi şehir içi yola dönüştüğünü itiraf ediyor. Ancak 3. köprü böyle olmayacakmış! Bizim de buna inanmamız bekleniyor. Şu işe bakın: O tarihte transit trafiğin payının yalnızca yüzde 2 olduğu biliniyor. 1. köprünün de kent içindeki trafiği rahatlatacağı iddia edilmiş. Peki ne olmuş? Yapıldıktan sonra Boğaz’ı geçen insan sayısı yalnızca ve yalnızca yüzde 12, Boğaz’dan geçen araç sayısı ise -aynı sürede- yüzde 257 artmış! Yani otoyollar ve köprüler kentlilerin ulaşım sorununun çözümüne değil, imar rantlarının iktidarlar yoluyla dağıtımına hizmet etmiş. Peki daha ne olmuş? 1. köprüden geçen otomobiller İstanbul’daki tüm trafiğin yüzde 80’ini oluşturmuş. Bunları herkes biliyor ve sonuçlarını gözleriyle görüyor. Siyasetçiler de bu bildik yöntemi iktidara geldiklerinde uygulamaya devam ediyorlar. Bu yüzden bu dönüşümü yöneticilerin 3. köprünün ve otoyolların İstanbul’a vereceği hasarın farkında olup olmamaları ile anlamak ve ifade etmek mümkün değil.

Eşitsizlik örgütlenmesi

Bugün 3. köprüyü yeniden önümüze koyanlar, neyi amaçladıklarını gizliyorlar. Evet, otoyollar ve köprüler görünüşte özgürlüğü simgeliyor. Otomobille istenen yere ulaşma imkanı veriyor. Ama bu görünüş yanıltıcı. Çünkü otoyollar iktidarın keyfi kullanımının en önemli aracı. Otoyollar eşitsizlik yaratıyor. Köprüler ve otoyollarla ilgili kararların merkezden ve sanki bu iş teknik bir süreç gibi demokratik olmayan yöntemlerle alınması, kentte eşitsizliği örgütlüyor. Demokratik yollarla tanımlanamayan kentte otoyollar, sürekli yeni güç sahipleri yaratıyor. 3. köprü de ulaşımı kolaylaştırmak için değil, gücün birilerinin eline geçmesi için yapılıyor. 3. köprü yalnızca ağaçların kesilmesi, su havzalarının kirlenmesi, kentin boğulması değil, aynı zamanda kentin imarı üzerinden şiddetin, eşitsizliğin ve haksızlığın yeniden örgütlenmesi anlamına geliyor. Siyasetçiler iktidara geldiklerinde işte bu nedenle dönüşüyorlar. Bütün mesele, vicdan sahibi uzmanların STK’ların ve demokratik haklardan yana olan insanların dönüşmemesi.