Kâr, daha fazla kâr dürtüsü ile ilerleyen kapitalizmin,
ayağına dolanan da yine bu dürtü oldu ve onu, bugünkü kör kuyulara itti.
İnsanların en temel ihtiyaçlarını akılla belirleme, toplum için en iyiyi, mevcut
seçenekler içinden sosyal fayda kriteri ile saptama yerine, “kâr dürtüsü” hâkim
kılındıkça kaçınılmaz kriz de geldi, ama toplumlar bu arada çok şey kaybettiler.
Hem kendi sağlıklarından çok şey yitirdiler hem daha sağlıklı bir çevreden,
gelecek kuşakları mahrum ettiler.
Bu, kendi nesline kötülüğün en önemli araçlarından biri “otomobilleşme” ve
onunla beraber gelen petrol tüketimi oldu. Akıl, sosyal fayda kriteri, eldeki
seçenekler arasında demiryolunu, su yolunu işaret ederken otomobil, petrol
tekelleri, aklı bastırıp karayolunu öne çıkardılar. Karayolu ile birlikte
petrole bağımlılaştırdılar. Ülkelerin, kentlerin ulaşım desenlerinde karayolunu,
ona bağlı olarak da köprülerden, tünellerden, kavşaklardan örülü bir ağ ile
büyük kentleri yaşanmaz, trafik keşmekeşi içinde, ömür törpüsü yerler haline
getirdiler...
***
Bizde de öyle olmadı mı? 1950’lerde başlatılan karayollaşma, demiryollarını
körelterek körüklendi. 1970 sonrasının otomobilleşme süreci inanılmaz bir
karayollaşmayı, kent içlerinde (özellikle İstanbul’da) kara ulaşımını, köprü
üstüne köprü inşasını getirdi. Bugün ülke genelinde yürütülen kamu yatırım
projelerinin yüzde 35-40’ı ulaşım, özellikle kara ulaşım yatırımlarıyla
ilgilidir. Kamu kaynakları yol, köprü, viyadük, tünel inşaatı yapan müteahhit
firmalarına aktarılmaktadır. Karayollaşma, otomobilleşme ile İstanbul, 2008’de
12.5 milyon nüfuslu bir hormonlu metropol durumuna geldi . DPT verilerine göre,
2008 sonu itibarıyla, toplamı 250 milyar TL’yi bulan Türkiye kamu yatırım
stokundan tek başına neredeyse yüzde 20 pay kapan sorunlar yumağı İstanbul,
payına düşen kamu yatırımlarının da yüzde 80’ini ulaşıma ayırarak “çözüm”
arayışında. İstanbul ulaşım projelerine 16.5 milyar TL para harcanırken eğitim
ve sağlık projelerinin parası 1.5 milyar TL’yi bulmamaktadır. Ulaşımda da
“çözüm” adı altındaki her proje yeni çözümsüzlükler üretti, üretiyor. İstanbul
betonlaştı, çoraklaştı, suyu, havası kirlendi, hâlâ tehdit altında, hâlâ tehdit
altında…
Sırada 3. köprü var çünkü.
***
İstanbul’un akciğerleri sayılan elde kalmış orman ve su havzalarının yer
aldığı kuzeyden, kentsel gelişmeyi güneye çekmek, geç de olsa, nihayet akıl
edilmiş bir yaklaşımdı.
Kentin kaderini belirleyeceği söylenen 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni
Planı’nda, İstanbul için hayati bir konumda olan 3. Boğaz köprüsü dışlanmış,
gelişmeyi güneye çekecek yaklaşımlara ağırlık verilmişti. Ama şimdi ne
görüyoruz? Başbakan dilinden yine kuzeyde bir üçüncü köprüyü düşürmüyor.
***
3. köprü demek, Sarıyer’in, Beykoz’un ormanlarının yok edilmesi, Riva
Deresi’nin, Terkos, Elmalı ve Ömerli Su Havzaları’nın tüketilmesi ve aşırı
kirlenmiş Melen Çayı’ndan milyarlar harcanarak getirilecek suya mecbur olmak
demektir.
Otomobile dayalı bir çözüm anlayışının hiçbir işe yaramadığı artık gün gibi
ortadadır. Oysa İstanbul’un iki yakası arasındaki trafik sorununun temel sebebi
insanların çalışma yerleri ile konutları arasındaki kopukluktur. Yapılan
köprüler bu sorunu çözmedi, büyüttü. Sorunun büyümesinden otomobil firmaları
nemalandı. Arazi kapatanlar nemalandı. İnşaat firmaları nemalandı. Metrobüs
satan firmalar nemalandı. Yeni bir köprü demek, bunlara yeni kazanç kapıları
demektir.
3. köprünün yapımı Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile
Avrupa Kentsel Şartı’na da aykırıdır.
***
Bu cinayete İstanbul’da yaşayan herkes, İstanbul’un daha fazla
yağmalanmasına, İstanbul’un toprağı, havası, suyu üstünden servetler yapılmasına
karşı çıkmalıdır. 3. köprü aynı zamanda kamu kaynaklarının yandaş sermayedarlara
peşkeş çekilmesidir. 3. köprü sadece İstanbul’da yaşayanların sorunu değildir.
İstanbul’da çarçur edilen kaynaklar, vergi ödeyen tüm Türkiyelileri
ilgilendirmektedir. Otomobilleşmeye, karayollaşmaya karşı daha güvenli, daha
toplumcu ulaşım politikaları talep etmeliyiz. Vergilerimizle çarpıklıkları
arttıracak yeni bir köprü değil, daha dengeli bir bölgesel gelişme politikası,
daha çok eğitim, daha çok sağlık, daha insani konut yatırımları yapılmasını
talep etmeliyiz.