2020 Yol Haritası - 2 / Türk Müteahhitliği Denince Ne Anlayacağız?
Türkiye Müteahhitler Birliği’nin (TMB) hafta sonunda
düzenlediği “Taahhüt Sektörü Geleceğini Arıyor” başlıklı arama
konferansından edindiğim izlenimleri dünkü yazımda aktarmıştım. Bugün de
Türkiye’nin AB normlarında imarını gerçekleştirecek, bölgesinde lider bir “Türk
müteahhitliği” markası oluşturmaya dönük yöngörüye yer vermek istiyorum.
Elde ne var?
Türk müteahhitlerinin 2008 sonu itibariyle, 70 ülkede gerçekleştirdikleri
proje sayısı 5 bine, uluslararası iç hacmi ise 130 milyar dolara ulaştı.
Türkiye, uluslararası müteahhitlik liginde yer alan 23 firma ile Çin ve AB’den
sonra üçüncü sıraya oturdu. “Dünyanın En Büyük 225 Uluslararası Müteahhidi”
listesinin yüzde 10’u Türk firmaları.
Önümüzdeki 10 yılda ne hedefleniyor?
Dünya liginde 40 firmayla yer almak. Yurtdışı hasılatın Türkiye’ye dönüş
tutarını 3 kat artırmak. Alınan inşaat işlerinin en az yüzde 20’sinin Türk
müşavirlik firmaları tarafından yapılmasını sağlamak. Kârın yüzde 1’ini Ar-Ge’ye
ayırmak. Yıllık cirosu 1 milyar doların üzerinde Türk müteahhitlik şirketlerinin
sayısını 10’a çıkarmak. Sertifikasyon ve akreditasyon sorunlarını çözmek.
Eski DSİ Genel Müdürü ve ODTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Doğan
Altınbilek’in vurguladığı gibi, mesleğin, “mühendislik-tedarik-inşaat
müteahhitliği” olarak çevirebileceğimiz “EPC müteahhitliği”ne geçişini
hızlandırmak. En az 5 EPC müteahhidi çıkarmak.
Kavramlar üretildi
Konferansta, K-A Danışmanlık’ın sahibi Ali Kantur ile ODTÜ
öğretim üyesi Prof. Dr. Talat Birgönül kavram üretmekte başı
çekti. Kantur, sektörden çıkışı düzenleyecek kurumsal adımlara da dikkat çekti.
Prof. Dr. Birgönül’ün “glocalization” olarak sunduğu, global pazarlarda yerel
etkileri gözeten öngörüsü de özellikle küresel ekonomik krizin ortaya çıkardığı
korumacılık eğilimlerinin bir yan unsuru olarak gündeme alındı.
Konferansta en fazla görüş ayrılığının “kurumsallaşma” alanında çıktığını
söylemeliyim. Türk müteahhitliğinin rekabet avantajının “hızlı ve esnek”
karakterinden geldiğine vurgu yapan sektörün “birinci kuşağının”, Türk Ticaret
Kanunu ve Kamu İhale Kanunu’ndaki yasal düzenlemeler söz konusu olunca, esneklik
göstermeye başlaması dikkatlerden kaçmadı.
Kamu ve özel işbirliği
Müteahhitlerin birincil sorunu, düşen karar ve finansman olanaklarının
azalmasıydı. Bu noktada toplumsal fayda-maliyet analizi ile ticari finansal
analiz arasındaki farkın kamu tarafından kapatılmasını öngören PPP (kamu özel
ortaklığı) modeli önem kazandı.
Yap-işlet-devret (BOT) gibi, yap-işlet (BO) modellerini de içeren
işbirliklerinin yanı sıra, şirketlerin, konsorsiyumlardan başlayarak giderek
derinleşen ortaklıklara gitmesini zorunlu kılacak rekabet koşulları üzerinde
duruldu. Pazar çeşitlenmesini hedefleyen müteahhitler, Libya, BDT ve Balkan
ülkeleri gibi mevcut pazarlarda da daha etkin rol almak için, “finansal ve
kurumsal imajın güçlenmesi” açısından, Türk Dışişleri ile daha yakın çalışma
gereğini kayda girdi.
Burada en fazla gündeme gelen konu, teminatlar sorunu oldu. Bir katkıyla bu
konuyu kapatayım: Kamu-özel sektör finansal işbirliğini artırırken, kaynakların
çarçur edilme riskini bertaraf edecek şeffaflığın oluşması yönünde kamusal bir
irade oluşmalı.
Bir gözlemimi de paylaşayım: Türkiye Müteahhitler Birliği’nin
kurumsallaşma sürecinde aldığı yol dikkat çekici.