2010 İstanbul'unda Turistleri ‘Gezdirmememiz' Gereken Mekânlar
Yaklaşık 1600 sene aralıksız olarak
Roma, Bizans ve Osmanlı
İmparatorluklarına başkentlik yapmış olan İstanbul,
2010 yılında geçici bir süreliğine yeniden eski sıfatına kavuşacak. Son iki
senedir gerek Büyükşehir Belediyesi gerekse Kültür
Bakanlığı tarafından muhtelif hazırlıklar yapılmakla birlikte, kente
ismini veren Roma ve devamı niteliğindeki Bizans medeniyetlerine ait birçok
yapının günümüzdeki durumu hâlâ yürek burkan bir durumda.
Yaklaşık 1100 yıllık hükümranlığı süresinde Doğu ile Batı medeniyetleri
arasında bir nevi ortak etkileşim alanı olarak kalan Bizans İmparatorluğu’nun
günümüzdeki en büyük mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti’dir. İlk
etapta birçok kişi tarafından yadırganabilecek bu yargı Trakya
ve Anadolu’daki istisnasız tüm kentlerin tarihleri
incelendiğinde açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Böylesine etkin bir medeniyete
bir milenyumdan fazla başkentlik yapmış olan İstanbul’da günümüzde birçok Bizans
dönemi yapısı acil olarak restore edilmeyi bekliyor.
Saray yapıları, su sarnıçları ve muhtelif askeri yapı kalıntıları hesaba
katıldığında günümüzde İstanbul’daki Bizans dönemi yapı envanteri yüzlerle ifade
edilebilir. Tarihi yarımadayı oluşturan Fatih ve
Eminönü ilçelerinde, günümüzde yaklaşık 40 tane Bizans dönemi
kilise yapısı bulunuyor. Fetih sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun uyguladığı
‘şenlendirme’ politikası sonucunda (ki bu politika kilise
yapılarının günümüze ulaşmasındaki en büyük etkendir) birçok Bizans dönemi
kilise yapısı İslami ibadethanelere dönüştürüldü. Günümüze ulaşabilen bu
yapıların 21 tanesi halen cami, mescid, müze veya kilise olarak kullanılmakla
birlikte, geri kalan yapılar harap bir halde.
Sadece geçtiğimiz yüzyıl içerisinde 10 farklı Bizans dönemi kilise yapısı
İstanbul’un tarihi topoğrafyasından, geride hiçbir iz bırakmamacasına silindi.
1980’de konut inşaatı sırasında son duvar kalıntıları da ortadan kaldırılan
Ayvansaray’daki Toklu Dede Mescidi, 1943’te Atatürk Bulvarı genişletme
çalışmaları sırasında yol güzergahı üzerinde bulunduğu düşünüldüğü için
yıktırılan (ki yapı esasen yoldan yaklaşık 30 metre mesafedeydi) Zeyrek’teki
Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi ve 1930’da yeni gridal yol planın tam ortasında
kaldığı için yıktırılan Geç Roma dönemi Balaban Ağa Mescidi akla ilk gelen
örnekler.
2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un önümüzdeki sene birçok konuda
gözönünde bulunacağı aşikâr. 2009 İstanbul’unda ne yazık ki herkesin gözü önünde
kent belleğinden silinmek üzere olan, kendi kaderlerine terk edilmiş birçok
Bizans dönemi yapı bulunuyor. Bu yapılar içinde fiziksel durumu en kritik
olanların başında Aya Kapı Mescidi geliyor. Yaklaşık 900 yaşındaki yapı, tarihin
ona verdiği yükü taşımakla kalmayıp aynı zamanda üzerine inşa edilmiş üç katlı
betonarme binayı da sırtlamış durumda. Dışarıdan bakılığında niteliksiz bir
konut yapısı olarak görünen apartmanın bodrum katına inen kapı açıldığında Aya
Kapı Kilisesi’nin giriş kemeri ortaya çıkıyor. Pencere boşlukları, üzerinde
bulunan yapı sebebi ile tamamen örtülü olduğundan şapelin içi günümüzde hiçbir
yerden ışık almıyor. Hemen yanıbaşında, metruk halde bulunan Mimar Sinan’a ait
Aya Kapı Hamamı ile aynı kaderi paylaşan yapı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti
İstanbul’unda turistleri gezdirmememiz gereken mekânlar listesinde ilk sıralarda
yer alıyor. Aya Kapı Kilisesi’nin yaklaşık 200 metre güneyinde bulunan Sinan
Paşa Mescidi, Bizans dönemine ait bir başka şapel kalıntısı. Yapının günümüzde
bitkilerle örtülü apsis duvarının dışında, bir zamanlar yakınında bulunan
manastırla ilişkilendirilebilecek içi toprak ve çöple dolu küçük bir tonozlu oda
da bulunuyor. 13. yy ile 14. yy arasına tarihlendirilen yapının naos mekânında,
günümüzde iki katlı bir depo yapısı dikili duruyor.
Liste uzun
Aya Kapı’dan Fatih yönüne doğru çıkıldığında Draman yakınlarında bulunan
Odalar Camii, ‘can çekişen’ bir başka metruk yapı. İsmini bodrum katında bulunan
odacıklardan alan yapının apsis ve narteks bölümlerinde günümüzde tek katlı
birer gecekondu bulunuyor. Bu iki gecekondunun ortasında yer alan üst örtüsü
yıkılmış durumdaki naos mekânında halen yabani incir ağaçları yetişiyor. Bu
durum yapının bitkiler yoluyla organik bozulma sürecini hızlandırıyor. 13. yy’a
tarihlendirilen yapının beden duvarlarındaki damgalı Bizans tuğlaları yakın
çevresine saçılmış halde. Draman ile Fatih arasında kalan, Odalar Camii’nin
yaklaşık 250 m. doğusunda bulunan Boğdan Sarayı İbadethanesi de koruma sorunları
bağlamında son derece kritik noktada olan yapılardan birisi. 19. yy’a ait
gravürlerde fiziki durumu oldukça sağlam görülen şapelin, günümüze sadece apsisi
ve naos duvarlarının bir bölümü erişebildi. Yapı halen bitişiğindeki otomobil
tamirhanesinin lastik deposu olarak hizmet veriyor.
Orta ve geç Bizans dönemine ait bu yapılardan çok daha eski kiliseler de ne
yazık ki günümüzde büyük risk altında. Kentin turistik açıdan en ‘popüler’
yapısı olan Ayasofya’dan yaklaşık 70-80 sene evvel inşa edilmiş olan ve vakti
zamanında Hz. Meryem’in kuşağının saklandığı ve bizzat imparatorların iştirak
ettiği yortuların kutlandığı Khalkoprateion Bazilikası’nın (Acem Ağa Mescidi)
ayakta kalan apsis bölümü, günümüzde ancak bitişiğindeki turistik otelin ikinci
katından algılanabiliyor. Khalkoprateion Bazilikası’na ait olan, duvarları
fresklerle süslü, merkezi planlı yapının kalıntıları ise günümüzde tamamen konut
ve işyeri fonksiyonlu betonarme yapıların altında kaldı. Samatya’da bulunan ve
5. yy’a tarihlendirilen Karpos ve Papylos Martiriyonu altyapısı ise, yıllardır
çelik kapı imalathanesi olarak işlev görüyor. Oldukça geniş bir kubbeye sahip
yapının yan dehliz pencereleri, bitişiğindeki otopark sebebi ile sonradan
kapatıldı. 2010’da İstanbul’da turistleri gezdirmememiz gereken mekânlar
listesine, kalorifer dairesi olarak kullanılan Peribleptos Manastırı
Altyapısı’nı, betonarme yapılarla dolu yapı adası içerisine sıkışmış Arcadius
Sütunu Kaidesi’ni, tamamen yıkılmak üzere olan Esekapı Mescidi gibi onlara
yapıyı eklemek mümkün.
Tarihi çevre ve tarihi yapı koruma, temelde çağdaş bir kültürel istek ve
toplum kültürünün çağdaşlaşmasına paralel olarak gelişen bir olgudur. Günümüzde,
sürekli göç alan ve nüfus yapısı değişen İstanbul’da şehrin kültür tarihine
ilişkin bilinçli kamuoyu oluşturmak, gerçekleştirilebilmesi son derece güç ve
uzun vadeli bir etkinliktir. Genel kapsamda toplumsal ve ekonomik zorunluluklar,
insanların fiziksel ortamın güzelliğine duyarlı olmalarını, ilgi duymalarını
zorlaştırıyor. 2010’a 1 kala İstanbul’da, yukarıda aktarmaya çalıştığım gibi
onlarca metruk Bizans dönemi yapısı bulunuyor. Günümüzde kendi hallerine terk
edilmiş gibi görünen bu yapılar, tarihin dayattığı tüm politik düşüncelerden
‘arındırılmış’ olarak ele alınmalı ve sonraki nesillere aktarılması
sağlanmalıdır. 2010 yılı, değerlendirilmesi gereken önemli bir fırsat olarak
algılanmalı; gerek tek yapı ölçeğinde gerekse kentsel ölçekte kısa ve uzun
vadeli restorasyon/rehabilitasyon çalışmalarına ivedilikle başlanmalıdır.