2010 İstanbul Kültür Başkenti Projesi 'Türk Usulü' Gidiyor



İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olmasına üç yıl kaldı. Beklenen organizasyon yapısı kurulmadığı gibi tüm aktörler birbirini suçluyor. Sanatçılardan proje yürütücülerine kadar herkesin kafasında bir sürü soru işareti var. Kültür birikiminin vatandaşla paylaşılması ve sadece sergi, konser gibi etkinliklerle 2010'un temsil edilemeyeceği anlaşmaya varılabilen tek nokta.

Sanatçılara göre proje doğrudan sanat ve sanatçı ortamını ilgilendirdiği halde kendilerinin süreçte hiçbir etkisi yok. İKSV Başkan Danışmanı ve 2010 Yürütme Kurulu Başkan Yardımcısı Esra Nilgün Mirze ise her şeyin olması gerektiği gibi işlediği görüşünde. Taraflarla ve daha önceki yıllardaki Avrupa Kültür Başkenti yöneticileriyle sorunları, neler yapılabileceğini, en iyi ve en kötü senaryoları konuştuk.

İstanbul'un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmasıyla ilgili AB'nin kesin kararı 13 Kasım 2006'da açıklandı. Organizasyonun geciktiğini söyleyen küratör ve sanat eleştirmeni Beral Madra, yapının bürokratik bir hal almasından şikayetçi. Sanatçı ve kültür aktörlerinin proje yapmalarına yönelik bir koordinasyon bürosu beklenirken bu işin sorumluluğunun bir grup insana verilmesine tepki duyan Madra, "Projelerin kabulü, diğerleriyle birleştirilmesi ve para dağıtımı gibi konular son derece merkezî bir yapı tarafından idare ediliyor." diyor.

2010 Yönetim Kurulu Üyesi Mimar Korhan Gümüş ise herkesin kendi 2010'u olduğundan, ama istop oyunundaki gibi yukarıya iş atılınca kimse kalmadığından dert yanıyor. "Belediye kendi işini, bakanlık kendi işini yapıyor." diyen Gümüş, 2010'dan sorumlu bağımsız bir örgüt kurulması gerekliliği üzerinde duruyor.

"Birilerine görev verildi, onlar da yapıyor gibi bir şey yok." diyen Esra Nilgün Mirze, seyrin normal olduğunu, 2007'nin koordinasyon, 2008'in projelere yönelme, 2009'un son hazırlıkları yapma, 2010'un ise dünyayla iletişime geçme yılı olarak planlandığını söylüyor. "Önemli olan projenin kendisi. Ancak yönetilmeye o kadar alışmışız ki, durumdan vazife çıkarmayı bilemiyoruz." diyen Mirze, sürecin başında sivil toplum kuruluşlarından yeterli ilgi görmediklerini hatırlatıyor.

2010 Bürosu Mali ve İdari Koordinatörü Ahmet Çakaloz, resmî kurumların olaya dahil olması için kapılarında yatılan günleri hatırlatıyor ve ekliyor: "Sorumluluk tek elden yürütülmediği sürece tartışmalar sürecek." 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Yürütme Kurulu üyelerinden Asu Aksoy ise sanatçıların en himayesiz taraf olduğu görüşünde. "En azından tartışıyoruz." diyen Aksoy, ortak kararların alınabildiği bir organizasyon yapısına ihtiyaç olduğunu söylüyor.

Paranın nereye ve nasıl harcanacağı bilinmeli

Beral Madra, "Paraları dağıtacak kişilere güvenmemiz gerekli." derken mimar Cengiz Bektaş, "Birtakım insanlar kültür politikasından nasıl para çıkarırız diye düşünüp inşaata yöneliyor. Deli kızın çeyizi gibi elektrikle köprü süslüyorlar." şeklinde konuşuyor. Prof. Doğan Kuban ise süreci, "Dertleri kültür değil, para. Geçenlerde bu paranın ucu göründü. Surları restore edelim dediler. Parayı çarçur etmeyin diye uyardım." şeklinde eleştiriyor.

Esra Nilgün Mirze'nin bu eleştirilere cevabı, "Henüz ortada para yok. Devlet bütçesine koyulması için bir yasa teklifi oldu." şeklinde. Avrupa Birliği, kültür başkentlerine standart olarak 500 bin Euro katkıda bulunuyor. Ayrıca Avrupa Birliği Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Olli Rehn, 1,5 milyon Euro katkıda bulunma sözü verdi. Mirze, çok uluslu şirketlere, bankalara, ticaret ve sanayi odalarına sponsorluk çağrısı yapacaklarını söylüyor ve ekliyor: "Denetleme diye bir şey var. Kimse 500 bin Euro'yu verip de arkasını dönüp gitmez."

'Biz kazandık siz de kazanın'

1987 Amsterdam Avrupa Kültür Başkenti Sanat Yönetmeni Steve Austen, eski başkentlerde sanatçıların sorumluluk aldığını ve sürecin bir elden yönetildiğini; İstanbul'da ise en büyük sorunun statüko olduğunu söylüyor. 1988 Berlin Avrupa Kültür Başkenti Sanat Yönetmeni Nele Hertling, "Kültür başkentliğini bir araç olarak kullandık ve çok güzel sonuçlar aldık." cümleleriyle kendi durumlarını özetliyor ve İstanbul için tavsiyelerini şöyle sıralıyor: "Hedef kitle belirlenmeli ve bir an önce diyalog kurulmalı." 2002 Brugge Avrupa Kültür Başkenti Sanat Yönetmeni Hugo de Greef, tüm yatırımların kente geri döndüğünü hatırlatarak şehir sakinlerinin sürece katılmasının önemine değiniyor. 2004 Lille Avrupa Kültür Başkenti yöneticilerinden Didier Fusillier, kendi ekonomilerinin bu sayede yüzde 20 büyüdüğünü söylüyor ve ekliyor: "Şehirde yaşayan herkes mutlaka sürece katılmalı."

Beral Madra: Sanatçılara gereken önem verilmeli
2010 topyekün bir kalkınma projesi olarak algılanmalı. İş sadece binaların yapılması değil. Asıl sorun bir grup insanın bütün sorumluluğu yüklenmesi. İsimleri sıralayıp yanlarına da nerede çalıştıklarını yazarsanız bu yapının ne olduğu ortaya çıkar. Eski Avrupa Kültür Başkenti yöneticileri, 'Biz sanatçıları bu işin içine katmadık, siz aynı hataya düşmeyin.' demişlerdi.

Doğan Kuban: Tarihî kimliğimiz öne çıkarılmalı
Türkiye'de yatırımların çoğu inşaata gider. İnsanların cebine üç beş kuruş girer çünkü. Kapalı kapılar arkasında bir sürü kurum... İletişimsizlik ve küçük gruplar arasında dönen paralar... Kocaman şeyler peşinde koşmaya gerek yok; örneğin Süleymaniye'nin, Fatih'in, Sultan Selim'in etrafı otoparklardan, tezgâhlardan arındırılsa... Bir de insanların oralara kolayca ulaşımı sağlansa...

Korhan Gümüş: Yönetim felsefemiz değiştirilmeli
Bir koordinatöre ihtiyacımız var. Her kurum laf üretiyor; ama uygulamaya gelince herkes bildiğini okuyor. 2010 yönetim felsefemizdeki değişimi simgelemeli. Belediyenin bütçesi işin içine girmeli; ama eşe dosta dağıtma şeklinde değil. Sanatçılar küstürüldüyse bunun sebebi aranmalı.

Esra Nilgün Mirze: Herkes 'kente ne katabilirim' demeli
Muhtarıyla, öğrencisiyle, gönüllüleriyle, polisiyle, askeriyle, her şeyden önce sanatçısıyla, bütün toplum bu süreç içinde 'kentime ne katabilirim' diye düşünmeli. Girişim, yürütme, danışma kurulları... Bunlar sadece mekanizmalar. Amacımız şehre makyaj yapıp turist çekmek değil, hayat standardını yükseltmek.

Ahmet Emre Bilgili: Pratik yararları gözetmeliyiz
2010'u kutsal hale getirmeden pratik yararlarını gözetmek gerekli. Bu şekilde şehrin temel sorunları makul düzeye indirilmiş, uluslararası düzeyde birçok kültürel ve sanatsal etkinlik, yeni müzeler ve sergi mekânları kazanılmış olacak. Şu anda 2010 kendini inşa etme aşamasında. Bu süreçte halkın katılımını esas alacak bir yapılanma öngörülüyor. Hiçbir şehir dışarıdan gelenlerle ayakta kalamaz.