2009, sadece siyasette değil, kültür ve sanatta da “ben milli iradeyim; ne
yapsam doğrudur” bakışının yarattığı gerilimlerle geçti. Aynı “irade”nin
2009’daki “mimarlık” anlayışı ise özetle şöyleydi: “mimarlık ve
şehircilik, kentleri ve çevreyi pazarlamaya hizmet etmelidir; buna direnmek
ideolojiktir ve hükümeti engellemek anlamına gelir”…
2009’da
siyasetçilerin politikayla birlikte her alana yansıyan “avaz avaz” halleri yıl
boyunca gündemi belirledi… Tarihimize “gerilim yılı” olarak geçeceği kesin…
Artık neyi eleştirseniz, ne dediğinize bakılmadan “iktidarı yıpratmak”
istediğiniz söyleniyor; neyi övseniz, gerekçeniz hiç önemsenmeden “iktidar
yanlısı” oluyorsunuz...
En faşist dönemlerde bile yaşanmayan bu ortam,
belki de en büyük tahribatını “mizah”ta yaptı. Siyasilerin kimi
“gülünç”lüklerini özgürce sergileyerek halkın sevgilisi olan “eski”
sanatçılarımızın yerini “kokmaz bulaşmaz”lar aldı… Çünkü yılların erdemi olan
“hoşgörü” kalmadı; “azarlama”lar, hatta “tazminat davaları” başladı... O kadar
ki köşe yazarlarına bile “fazla yazıp ortalığı karıştırmayın” denirken, meslek
kuruluşları için de “yanlışları sorgulamayı bıraksınlar, işlerine baksınlar”
şeklinde devlet denetleme raporları düzenlendi.
Yani 2009, sadece
siyasette değil, kültür ve sanatta da “ben milli iradeyim; ne yapsam doğrudur”
bakışının yarattığı gerilimlerle geçti.
Aynı “irade”nin 2009’daki
“mimarlık” anlayışı ise özetle şöyleydi: “mimarlık ve şehircilik, kentleri ve
çevreyi pazarlamaya hizmet etmelidir; buna direnmek ideolojiktir ve hükümeti
engellemek anlamına gelir”… İşte birkaç örnek:
‘İdeolojik’
mimarlık
Eylül ayının 11’i... İstanbul’u sarmalayan “plansız
mimarlık” sel altında kalınca, Başbakan dereleri imara açanları değil, bunu
eleştiren mimarları azarladı. Sultanahmet’teki “cuma” namazından çıkarken,
kanunsuz yapılaşmadan yakınan Mimarlar Odası için diyordu ki; “ideolojik
yaklaşmayı bıraksınlar; yatırımcıların önünü kesmesinler.”
Şehircilikle
çelişen yapılaşmanın “mimarlık” adına sorgulanmasına “ideolojik” denerek
“yatırımları engellemek” şeklinde tanımlamak, ülkenin tüm bölgelerini tek tip
“kimliksiz mimari”yle donatan TOKİ’nin de başlıca söylemi oldu. Ataköy sahilinin
“rant te- sisleri” için satılmasını mahkemeye veren mimarlar için TOKİ Başkanı
da diyordu ki; “Bize dava açanların derdi rüşvet...” (HaberTürk 11
Ekim)
Benzer görüş, yine Erdoğan’ın AKP kampındaki konuşmasında şöyle
dile gelmişti: “Bazı şeyler yapılmasın diye dava açıyorlar. Halka çok uzaklar ve
her şeye yaklaşımları ideolojik”… Oysa 2009’da “dava açılan” hemen tüm “çıkar
amaçlı mimarlık” planlarını, yargı “toplum yararına aykırı” bulduğu için
durdurdu. Hukukun da ideolojik olup olmadığı sorusu ise yıl sonuna kadar
yanıtsız kaldı...
‘Selçuklu’
apartmanları
Mimarlarla siyasi egemenler arasındaki bu çatışma
doğrudan “mimarlık sanatı”na bakışta da yaşanmaya başlandı.
Haberler
şöyleydi: “Geleneksel mimaride hassas Başbakan, Ankara’nın girişinde Selçuklu
mimarisinden örnekler olmasını istedi. Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek de bu
istek için ellerinden gelen gayreti göstereceklerini söyledi.” (17
Aralık)
Keşke birisi Başbakan’a “Ama efendim, Selçuklu’da apartman yoktu
ki” diyebilseydi...
Başkentin tarihi semtlerindeki “geleneksel” evler
sahipsizken; Başbakan’ın kendisi hiç değilse aynı konaklardan birini restore
ederek kullanmak yerine “betonarme”de yaşamayı yeğlerken; dahası ülkedeki
Selçuklu yapılarının çoğu ve genelde tarihsel mimari bakımsızlıktan harabe
halindeyken; Ankara’nın girişindeki apartmanlarda “Selçuklu mimarisi
talimatı”nın ne anlama geldiği, mimarlığın 2010’a sarkan yeni tartışma konusu...
Çünkü aynı görüş “2009 model adalet sarayları”nın “absürd” mimarisini de
belirledi. Abartılı “arabesk” cepheler; yerli yersiz “taklit” kemerler,
kubbeler, tonozlar ve sözde “Selçuklu motifleri”yle okulda “sınıfta kalacak”
projeler, “adalet”imizin yeni mekânları...
Böylesi kültür yoksunu bir
kamu mimarlığı ortamında çağdaşlığa gösterilmesi gereken özenin tek örneği ise
İstanbul’daki AKM binası oldu. Koruma Kurulu’nun “kültür varlığı” kararıyla
yıkımdan kurtulan binayı “özü”nden kopartan onarım projesi yargıya takılınca,
sanatçı ve mimarların hassasiyetlerini gözeten tasarımla 2010’a umutla
giriliyor...
‘Utanmaz’ mimarlar
Siyasetin
mimarlıkla “en sert tartışma”sının ise 3. köprüde yaşandığını söyleyebiliriz. O
kadar ki yine Başbakan, ilk köprüleri de eleştiren mimarlar için “utanmadan,
sıkılmadan köprüden geçiyorlar ama…” bile diyebilmişti. Oysaki Erdoğan’ın
geçenlerde “milli değerlerimize bağlı aydınlarımız” diyerek açıkladığı
“hayran”lık listesinde yegâne mimar olan, dahası Abdullah Gül’den 2008
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü’nü de alan merhum mimar Turgut Cansever
bile 70’lerdeki ünlü “köprüye hayır” raporunu yazan komisyonun
başkanıydı...
2009’da Cansever’le birlikte yaşamlarını “ülke ve toplum
yararına mimarlık” ilkesine adamış Günhan Danışman, Şinasi Gökcan, Mualla
Eyüboğlu, Şeref Demirel, Erdoğan Celasun, Muammer Onat, İmer Sunguroğlu,
Abdulllah Sarı, Nevzat Kurdoğlu, Nejat Yardımcı, İsmet Okyay ve Demirtaş Ceyhun
gibi artık anılarıyla yaşatacağımız “yurtsever çınarlar”ımızı da yitirdik.
Trabzonlu genç mimar Burçak Sevim yılın ilk ayında Zigana’daki çığ faciasının
kurbanı oldu... Adlarını anamadıklarım da dahil, ışıklar içinde
yatsınlar...