TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Küçükçekmece'deki Arel Üniversitesi binasında meydana gelen yıkım hakkında açıklama yaptı. Açıklamada “Depremin büyüklüğü önemli değil, sarsıntısız da çöküyoruz” denilerek yıkıma ilişkin tespitler yapıldı.
Sözcü’de yer alan habere göre; JMO’nun raporunda, Kemalpaşa Mahallesi, Halkalı Caddesi'nde bulunan, 2019 yılında inşaatına başlanan konut projesinin kazı alanındaki fore kazıklı ankrajlı istinat duvarında 23 Ekim günü 16.30 saatlerinde destek elamanlarında ses ve olağan dışı hareketlilik gözlendiği aktarıldı.
Gece 23.15 sularında da yatay gergi elemanı olan ankrajlarda sıyrılma, sonra fore kazıklarda devrilme ve kırılma meydana geldiği, son olarak da Arel Üniversitesi binasının bir bölümünde çökme meydana geldiği kaydedildi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği'nde; yüksek eğime sahip alanların, “Önlemli Alan (Ö.A.)” statüsünde değerlendirilmesi ve yapılacak her türlü inşaat faaliyetlerin de gerekli önlem ve tedbirlerin alınması zorunluluğunun açıkça belirtildiğine dikkat çekilerek, “Buna karşın, bahse konu parselde 2019 yılında kazı çalışması başlamış olup, 2022 Ekim ayı içerisinde toplam 3 yılı bulan süre geçmesine rağmen kazı çukuru tamamlanmamış ve üst yapı inşaatı global (küresel) kotlarda sıfır mimari kotuna kadar (su basman kotu) çalışmalar tamamlanmamıştır.” denildi.
Özellikle derin kazı uygulamalarında kazı çukurunun uzun süre açık bırakılmaması gerektiği belirtilerek inşaat süresinin minimumda tutulması ve üst yapı işlerinin bir an önce doğal arazi kotlarına kadar çıkarılması gerektiği ifade edildi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın 2018 tarihli ‘Kazı Güvenliği ve Alınacak Önlemler’ genelgesi de hatırlatılarak “Genelgede, kazı güvenliği ve iksa (derin kazı) uygulamalarında geçici durum analizlerinde, kazı şevlerinin maksimum 2 yıl içerisinde inşaat faaliyetlerinin tamamlanarak, önüne gerekli desteklerin yapılması gerektiği belirtilmektedir. Genelgeye göre, pratikte ve uygulamada geçici durum analizlerine göre destekli şev kazılarında belirlenen maksimum süre 2 yıl olarak belirlenmesine rağmen; jeolojik faktörler, hidrojeolojik faktörler, çevre yapıları, şehir içi dinamik yük ve etkenler, komşu parsel ve/veya binalara ait etki durumları, jeomorfolojik etkenler, bölgesel eğim durumu gibi iç ve dış etmenlerin etkisinin dikkate alınmadığı ve ortam tanımlamasının doğru yapılmadığı yaşanan olayda bir kez daha ortaya çıkmıştır.” denildi.
“Uyarılar dikkate alınmamış”
Pratikte ve uygulamada bu sürenin 2 yılı bulamayacağı, kazı şevlerinin önüne yapılması gereken ek önlemlerin ivedilikle alınması gerektiğine dikkat çekilerek, “İnşaat veya ilgili projenin bir an evvel tamamlanması gerekliliğini bir kez daha anlamış bulunmaktayız. Bahse konu jeolojik, hidrojeolojik, bölgesel ve jeomorfolojik risk faktörlerinin etkisi dikkate alındığında, belediyeler ve ilgili idareler tarafından verilen ruhsat ve iş sürelerinin toplam inşaat süresi içerisinde kazı şevlerinin başlangıç ve bitiş sürelerinin de eklenmesi ve mümkün olduğunca kısa tutulması gerektiği tavsiye edilmektedir. Yaşanan olay göstermektedir ki bu uyarılar dikkate alınmamıştır.” denildi.
‘Kaya zemin sağlamdır’ düşüncesi büyük risk
İstanbul'un jeomorfolojisinin engebeli, tepe ve vadilerden oluştuğuna vurgu yapılan raporda şunlar kaydedildi:
“İstanbul'da meydana gelen bahse konu bina çökme, kayma, yıkılma ve benzeri olayların yüzde 15'i doğa kaynaklı (heyelan, sel, su baskını vs) nedenlerden, yüzde 85'i ise insan kaynaklı ihmal ve umursamazlıklardan meydana gelmektedir. Son dönemlerde insan kaynaklı olduğu tespit edilen kayma ve yıkımların büyük bir çoğunluğunun kaya ve benzeri ortamlarda meydana geldiği tespit edilmiştir.
Görece sağlam olarak nitelendirilen bu kaya birimlerinin yüzeye yakın sığ derinlik diye tabir ettiğimiz (0-10 m) seviyeleri alterasyon ve ayrışmanın etkisi ile mukavemet kaybına maruz kalmış ve birincil özelliğini kaybetmiştir. Bu son durum ‘kaya zeminler sağlamdır' düşüncesinin İstanbul için ne derece büyük bir risk içerdiğini ortaya koymaktadır.
Birinci derece deprem zonu içinde yer alan İstanbul'da beklenen Marmara Depremi ile birlikte kaya zeminlerde ortaya çıkan bu bulgu, kentin ve kent yaşamının büyük bir riskle karşı karşıya kaldığını bir kez daha ortaya koymaktadır.”
Raporda çözüm önerileri de şöyle sıralandı:
“Olayın meydana geldiği sahada gerekli çevre ve güvenlik önlemlerinin ivedilikle alınması ve etki alanında bulunan riskli binaların boşaltılması sağlanmalıdır.
Kazı çukuru dışarıdan getirilecek olan hafriyat ile kontrollü bir şekilde doldurulmalıdır.
Doldurulduktan sonra jeoteknik projenin tasarlanması, hesap raporunun hazırlanması ve hazırlanan projeye uygun iksa (derin kazı) uygulamasının yapılması sağlanmalıdır.
Proje dizaynı yapan uzman tarafından kazı şevinin uygun görülen noktalarına aletsel gözlem ve geoteknik enstrümantasyon amacı ile cihazlar yerleştirilmelidir.
Sistemin güvenli kazılması ve çevre yapılarında meydana gelebilecek deplasmanların takibi için periyodik ölçümler alınması ve raporlanması yapılmalıdır.
Kazının tamamlanması sırasında harita gurubu tarafından reflektör ölçümleri alınmalıdır.
Nihai derinliğe inildiğinde, fazla zaman kaybetmeden üst yapı inşaat faaliyetlerine başlanmalı ve kazı çukurunun önüne yapılacak ek destekler ivedilikle inşa edilmelidir.”