TMMOB Peyzaj Mimarları Odası İstanbul
Şubesi, 13 Mayıs Ulusal Peyzaj Mimarlığı Günü
’nü Taxim Hill Otel’de gerçekleştirilen kahvaltılı
toplantı ile kutladı. Peyzaj mimarlarının mesleki örgütlenme yolunda ilk
adımları attıkları 13 Mayıs 1994’e atıfta bulunan 13 Mayıs Ulusal Payzaj
Mimarlığı Günü, geçtiğimiz yıldan bu yana kutlanıyor.
PMO İstanbul Şubesi’nin 13 Mayıs Ulusal Peyzaj
Mimarlığı Günü nedeniyle yayınladığı bildiri:
“Hepimizin bildiği gibi içinde yaşadığımız yüzyılın en önemli özelliği,
teknolojik gelişmelere koşut hızla gelişen şehirleşme olgusudur. Bu gelişme
çerçevesinde, 1960’lı yıllardan bu yana sık sık yaşanan ekonomik ve siyasi
bunalımlar, sosyal – politik düzeyde yeni gelişmeleri ve yapılanmaları da
beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda çeşitlenerek gelişen fonksiyonlar,
teknolojik değişimler, sanayi endüstrisinin yaygınlaşması ile üretim – tüketim –
pazarlama hizmetlerine doğru kayan sistem değişiklikleri, yeni ‘pazar’
arayışlarını oluşturarak bölgesel gelişme politikalarında doğal ve kültürel
kaynakların kontrolsüz kullanımına neden olmuştur. Bu gelişmiş ülkelerde
planlama alanında doğal ve kültürel tüm değerleri içeren ‘peyzaj’ kavramı, ülke
kaynakları olan doğal ve kültürel varlıkların insan yaşamına / kullanımına
açılışındaki planlama, tasarım, uygulanması ve yöntemiyle ‘peyzaj mimarlığı’nda
önemi vurgulanmıştır.
Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde ise bu olgular henüz
içselleştirilememiş olduğundan ‘ne pahasına olursa olsun kalkınma’
politikalarında yanlış yol izlenerek doğal – kültürel kaynaklarda özellikle son
yıllarda etkisini fazlasıyla gösteren geri dönülmez çevre sorunlarına neden
olmaktadır. Küreselleşme bağlamında ülkemiz, toplumsal, ekonomik ve fiziksel
olguların sağlıklı sürdürülebilirliği açısından önemli sorunları olan bir
ülkedir.
Çünkü Türkiye’nin gündeminde,
- Küreselleşme sürecinin dışında kalmamak, - AB’ye üye
olmak, - Ekolojik dengelere saygılı olmak, - Yeni gelişen bölge
anlayışı içinde ulusal sınırlardan bağımsız bir bölgenin egemen öğesi olmak ve
bu hedeflere dönük ekonomik politikalar çerçevesinde oturacak mekansal olguları
gereği gibi yönlendirme çabalarında bulunma gayreti vardır. Bunun için merkezi
yönetim programlarında ve kalkınma planları kapsamında bir dizi plan ve
programlar yürütülmektedir.
Bu bağlamda son yıllarda ülkemizde endüstri sektörünün yanısıra turizm
sektörü de kalkınmanın ana faktörü olarak kabul edilmekte ve hükümet
politikaları da bu olguları desteklemektedir. Yaklaşık son 25 yıla yakın bir
süreç içinde turizm teşvik kararları ile çevre düzeni planları yapılarak
Türkiye’nin en değerli kıyı şeritleri ve bu bölgelerdeki Milli Park
niteliğindeki orman alanları, yaylaları, kraterleri, sulak alanları gibi sadece
ulusal değil ama uluslararası doğal ve kültürel kimlik ve eşsiz değere sahip
alanlar turizme açılmıştır.
Bunun yanısıra, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden Batı ve kıyı
bölgelerimize olan göçü durdurmak ve Güneydoğu Anadolu havzasını sosyo –
ekonomik açıdan kalkındırmak üzere tarımsal ürünlerin ve endüstrinin gelişimini
amaçlayan bir bölge planı öngörülmüştür.
Hükümetlerin hızlı kalkınma için aldıkları otonom kararlar ile doğal çevreye
ilişkin henüz ekolojik envanterleri, biotop haritaları elde edilmeden ve
ekolojik risk analizleri yapılmadan ülkenin birçok değerli arazisi kullanıma
açılmaktadır.
Bilinmelidir ki, ülke doğal kaynaklarının gerek kendine has sosyo – kültürel,
tarihi kimlikleri ile ve doğal kaynakları ile eşsiz güzelliğe sahip ülkemiz,
yanlış alan kullanım ve yönetim politikalarıyla kullanıma açılan endüstri,
konut, otoban – otoyol gibi ulaşım alanları ve barajlar, açık ve kapalı maden
işletmeleri gibi tesislerle bugünün ve yarının kuşaklarının sağlığını tehdit
etmekte ve geri dönülmez doğal, kültürel kaynakların kaybına neden
olmaktadır.
Bugün doğal, kültürel ve toplumsal değerlerimiz üzerinde baskı kuranlar ve bu
baskı altında sessiz kalıp boyun eğenler, yenilenmesi mümkün olmayacak bir yok
oluşun temel aktörleri olmaktadır.
Bizler ise bu baskılara sessiz kalmamak, toplumsal sorumluluğu taşımak,
sorunlara sahip çıkmak ve baskı kuranlarla / sessiz kalanlarla mücadele etmek
iradesini taşıyan peyzaj mimarlarıyız.
Bilinmelidir ki peyzaj mimarı, Anayasa ile de temellendirilmiş ve tüm
gelişmiş ülkelerde kabul edilmiş bir insan hakkı olan ‘Sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkı’nı savunan ve bunun gereklerini yerine getirmek için
elinden geleni yapan bilim insanıdır.”