Hükümetlerin ülkeye, topluma, geleceğe bakışı nasıl anlaşılır? "Siyasal söylem" gibi "uygulama" da yanıltıcı olabiliyor. Çünkü, hükümetlerin beğenilen tutumları bile her an değişebiliyor. Demirel'in ünlü "Dün dündür; bugün bugündür" sözü, bu gerçeğin özetidir.
Hükümetlerin asıl "niyet"lerini kavramak için en şaşmaz ölçüt ise kendi "yasa"larıdır; çünkü "söylem"in değil, "amacın sürekliliği"ni sağlar. Nitekim 2002-2007 tarihli -hemen tüm- yasalar da hükümetin ülkeye, topluma, geleceğe "gerçek" bakışını "kanıtlamakta"dır...
Bunlardan biri de 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Kanunu'nda değişiklik yapan 4957 sayılı kanun... Daha doğrusu, turistik tesisçilere "kamu arazileri tahsisi" ile "ayrıcalıklı imar olanakları"nı başlatan 1982 Anayasası'nın "genişletilerek devamı"nı sağlayan düzenleme...
Hükümet, "12 Eylül ürünü" olan bu talancı yasayı iptal ederek "Hazine ve orman arazisi yağması"nı durdurabilirdi. Ne var ki aynı yasanın talan alanları olan "turizm bölgeleri"ni ve "merkezler"ini, 2003'teki 4957 sayılı kanunla "kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ve turizm merkezleri" olarak genişletti...
Böylece, 1980'lerde Turizm Bakanlığı'na verilen "kamu arazilerinde kayırmacı imar yetkisi", yine bu hükümetin yarattığı "Kültür ve Turizm Bakanlığı"na "bölgesel ölçek"lerde tanınmış oldu... Son zamanlarda Bodrum ve Çeşme'deki "yarımadalar bütünü"nde bakanlık yetkileri, işte bu yasaya dayanıyor. 12 Eylül darbecilerinin ancak, " Anayasayı askıya aldıkları dönem"de yasalaştırabildikleri bu imar anlayışı, şimdi "daha da geniş alanlar"da uygulanıyor...
Yılların 'himaye'si
Peki, böylesi bir "darbe yasası", onca "demokrasi" yanlısı hükümetlerce neden yürürlükte tutuldu? Öncelikle 1982 Anayasası'nın sözde "geçici" 15. maddesindeki "12 Eylül hukukunu koruyan" hükümler yüzünden... Bu madde, darbecilerin yasaları için anayasaya aykırılık davası açılmasını yasakladığından, Turizmi Teşvik Yasası da kendinden sonra devreye giren anayasayı çiğnemesine rağmen "görevi"ni sürdürdü...
Geçici 15. maddenin kalkmasından sonra da yıllarca aynı "himaye"yi görmesi ise elbette ki "ranta düşkünlüğün" hemen tüm iktidarları tutsak almasındandı...
Nitekim AKP de kendi imar politikasına pek "denk" düştüğü anlaşılan bu düzenlemeyi "iptal" etmek yerine "güçlendirme"yi yeğledi... Hem "12 Eylül dönemi bitti" deyip hem de "yasalarını sahiplenmek" ise bu yazının amacını aşan etik değerlendirmelerin konusu...
Yasa mağduru profesör
Bu noktada, örneğin Çevre ve Orman Bakanı'nın "Acarkent kahramanlığı" ile aynı "orman talanı"nı yaratan kendi yasalarını savunmasını tanımlamak da bize düşmüyor...
Ama, yine Acarkent gibiler için, yasalardaki "imar hakkı" sürerken bunun "ruhsat"larını soran mahkemeye "Evet.. ne yazık ki bu yasaya göre ruhsat düzenlenebilir" demek zorunda olan Prof. Dr. Zekai Görgülü'nün durumunu da öncelikle medyanın "anlama"sı gerekiyor... Kimi "umarsız"lar tutup hükümete ve bakana, "Önce yasanızı iptal edin" diyeceklerine; YTÜ'nün "çevreye duyarlı" mimarlık ve şehircilik hocası Görgülü'yü "Neden yasal gerçeği yazdın" diye sorgulamayı "gazetecilik" sanıyorlar. Böylece hocanın yıllardır engellemeye çalıştığı "kentsel talan"dan nemalananların ellerini ovuşturdukları haberler yapıyorlar...
Böylesine bir aymazlığa en güzel yanıt ise onu tüm mücadele birikimleriyle "dekan" görmek isteyen öğretim üyelerinin "en çok oy"u vermeleri. Buna karşın Turizm Teşvik Yasası'nın iptaline yönelik oyu verecek bir tek iktidar milletvekilini ara ki bulasın...
'Nihayet' sorgulanıyor
Neyse ki şimdi bu yasa, "nihayet" Anayasa Mahkemesi'nde... Antalya Barosu'nun "orman yağmasına karşı" açtığı davada Danıştay 6. Dairesi, bu düzenlemenin "Anayasayla bağdaşmadığı kanısı"nı yüksek yargıya iletirken dedi ki: "Orman tahsisi kamu yararına yapılsa bile, asıl öncelikli ve üstün kamu yararı, ormanın kendisinin korunmasıdır..."
İşte bu sözlerle yargılanan sadece arazi yağması değil; 12 Eylül'ün bunu başlatan "hukuk"u ile iktidarın "güçlendirici siyaset"i olacak...