Kültürel mirasın korunması ve geliştirilmesi
Günümüzde hiçbir bilimsel esasa dayanmayan bir yaklaşımla, korumanın "kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri" ile gerçekleştirilebileceği anlayışı tüm topluma ve kurumlara benimsetilmeye çalışılmaktadır. Hemen her kentte başta Cumhuriyet mirasımız olmak üzere doğal, kültürel, çevresel, mekânsal, bütün korunması gereken varlıklarımız afet ve kentsel dönüşüm söylemelerine sığınılarak ağır bir tahribatla karşı karşıya kalmaktadır.
"Kültürel miras karşıtı" bu yaklaşımla, Cumhuriyet mirası yok edilmekte ve kamusal alanlar bir bütün olarak yağmalanmanın kurbanı olmaktadır. Birbiri ardına gündeme gelen "dönüşüm kararları" ile bir yandan korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları, arkeolojik ve kültürel mirasımız yok olmakla karşı karşıya kalmakta; diğer yandan halkın kültürel bağları yok edilerek toplumsal, kültürel ve sosyal yapı büyük yara almaktadır.
Mimarlar Odası, "yerel yönetim / koruma" ilişkisinin istenen ve özlenen düzeyde gerçekleşmesi için yerel yönetimlerin, taşınmaz kültür varlıklarımızın, kentlerimizin kimliğini oluşturan en önemli öğelerinden biri olduğunu unutmamalarının önemini vurgulamaktadır. Kendilerine tanınan yetki ve kaynakları kullanırken kamu yararını belli grupların ya da kişilerin yararı üzerinde tutacak bir politika benimsemeleri gerektiğini; doğal ve kültürel değerlerin, kalkınmanın ve gelişmenin karşısında değil, aksine yanında olan bir itici güç olduğunu; koruma ve gelişmeyi bir yaşam biçimi olarak benimsemelerinin yaşamsal öneme sahip olduğunu anımsatmaktadır.
Doğal ve yapılaşmış çevre
Dünyada ve ülkemizde her geçen gün artan ve çeşitlenen çevre sorunları zaten sınırlı olan kaynakların kirlenmesine, kullanılamaz hale gelmesine, azalmasına ve sonuçta yok olmasına neden olmaktadır. Çevre sorunlarının doğal yaşamı ve insanlığı tehdit eder noktaya geldiği son dönemde yapılan KHK‘ler ve diğer yasal düzenlemelerle getirilen planlama karmaşası ve yetki kullanımları, ülkemizde yıllardır "imar ve rant baskısı" altında olan doğal alanların da denetimsiz bir şekilde yapılaşmaya açılmasına neden olmaktadır.
Birtakım "rant" projelerinin hayata geçirilmesi amacıyla, orman ve tarım arazilerinin, doğal ve tarihî sit alanlarının maden işletmelerine ve yapılaşmaya açılması sonucunda doğal peyzaj alanları yok edilmekte, kentlilerin doğal çevreyle olan bağları kopartılmakta; 2000‘e yakın verilen HES izinleriyle akarsular ve doğal çevresi yok olmayla karşı karşıya bırakılmakta, nükleer santrallerle tüm canlı yaşamı tehdit altında bırakılmaktadır.
Mimarlar Odası, doğal varlıkların bugünkü yoğunlukta ve sorumsuzca tüketilmesi halinde giderek azalacağı ve yok olacağının toplumun tüm katmanlarınca öğrenilmesinin çözümü kolaylaştırabileceğini belirtmektedir. Bu konuda yerel yönetimlerin önemli sorumluluklar almasının zorunlu olduğunu; çevresel etki değerlendirmelerinin birer "formalite belgesi" olmaktan çıkartılıp, tüm girdileri ve sonuçlarıyla değerlendirilmesi gerektiğini öngörmektedir. Bu bağlamda doğal değerler / kentsel gelişme arasında dengeli bir politika oluşturulmasını; Anayasamızın 56. Maddesi ile tanınan "sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı"nın kamusal bir hizmet olarak yerel yönetimlerce yerine ge tirilmesinin zorunlu olduğunu önemle belirtmektedir.
Demokratik kent yönetimi
Mimarlık mesleğinin insani özü ve Mimarlar Odası‘nın birikimleri, bugün giderek kentlerimizi yaşanmaz hale getiren, bir "tüketim ve rant alanı" olarak dönüştüren ve kentsel değerleri küresel sermaye ve yerli ortaklarının hizmetine sunan bu anlayışın durdurulması gerekliliğine işaret etmektedir.
Kentlerin yeniden üretici niteliğinin öne çıkarıldığı, bir kültürel üretim alanı olarak kimlikli ve yaşanabilir bir niteliğe kavuşması, yerel yönetimlerin de bu temel anlayışa uygun bir şekilde organize olmaları ve demokratikleşmelerini gerektirmektedir. Bu öngörünün temel ekseninde, kent topraklarının kamusal ihtiyaçlara uygun ve toplum yararına kullanılması gerekliliği bulunmaktadır.
Bu bağlamda iktidarların yatırım kararlarını ve uygulamalarını kamu adına denetleyen, bilimin rehberliğinde, kamu yararı doğrultusunda, "kimlikli, demokratik ve yaşanılır kentler" amacıyla demokratik ve hukuki mücadele sürdüren, Anayasasal yerinden yönetim kuruluşları olan meslek Odalarını cunta dönemlerinde bile rastlanmayan saldırılarla karşı karşıya bırakarak susturmaya çalışan yaklaşımlar artarak devam etmektedir. Odaları siyasi iktidarların arka bahçesi haline getirmeyi hedefleyen bu girişimler derhal terk edilmelidir. Gerçek anlamda katılımcı ve doğrudan demokrasinin merkez-yerel ilişkisinde, kurum ve kuruluşların toplumla ilişkilerinde ve her alanda işletilmesine ivedi bir gereksinim vardır.
Yakın bir geçmişte toplum olarak yaşadığımız Gezi Parkı deneyimi bizlere göstermiştir ki; yıllardan bu yana toplumu uyutmaya çalışan 'sandık demokrasisi'ne artık yer yoktur. İktidar odaklı değil, insan odaklı demokrasi talebi vazgeçilmez yaşamsal bir öneme sahiptir. Mimarlar Odası, bu değerlendirmeler ışığında bütün anti-demokratik baskılara karşın, toplumun bütün duyarlı kesimleri, sivil toplum örgütleri, meslek odaları, bilim ve sanat çevreleriyle birlikte demokrasi mücadelesini sürdürmeye kararlı olduğunu değerli kamuoyu ile paylaşmaktadır.
|