Bir Kent Merkezinin Seyri
Hem ülkenin siyasi ve idari merkezi hem de başkent Ankara’nın kent merkezi olan Kızılay ve çevresi, Ulus’a benzer biçimde bir çöküntüleşme süreci içine girdi, kent merkezi işlevlerini ve kimliğini yitirmeye başladı. Kızılay, isteyerek ve zevkle gelinilmesi gereken bir yer olacağına sadece iş nedeniyle “zorunlu” olarak gelinen, görsel, çevresel ve
Türkiye’de kentleşme olgusu ve kentlerin gelişim serüveni, Türk modernleşme
sürecinden ayrı düşünülemez. Kentlerin bir bütün olarak planlanması ve bu
doğrultuda inşa edilmesi Cumhuriyet süreciyle başlar. Bunun en özgün örneğini,
Ankara oluşturur. Ankara, Cumhuriyet’in kurucu felsefesi ve
Mustafa Kemal’in bilimsel yaklaşımı önemseyen tavrı sonucunda belli bir plan ve
bu plana temel oluşturan estetik ve mimari bir müdahaleyle şekillenir. Bu yeni
yaratım süreci, Ankara’nın tarihsel birikimini ve eserlerini koruyan, onları
görünür kılan bir içerik taşır. Başkentin imar edildiği ilk yıllarda, geleneksel
ve modern unsurların birarada kullanılmasıyla hedeflenen, Ankara’nın birçok
uygarlığa yaptığı ev sahipliğini vurgulamak ve geçmişin bu köklü özelliklerini
çağdaş ülkelerin değerleriyle birleştiren yepyeni bir kentsel doku yaratmaktır.
|
-
Yazı, şehir plancısı olup halen Çankaya Belediye Başkanı sıfatlı Sayın Tank tarafından kaleme alınmış bir yazıdır. Mesele ortaya konulmaya çalışılmış, ancak çözüm önerileri müşahhas olarak ortaya konulmamıştır. Günah büyükşehir’e atılarak sivil toplum kuruluşlarından destek istenilmekle iktifa edilmiştir. Çankaya Belediyesinin Kızılay’ın daha iyi hale getirilmesiyle ilgili çalışması olup olmadığını bilmiyoruz. Bu yazıdan anladığımız ise demin söylediğimizdir. Ulus’un merkezi hüviyetinin elden gittiğini bilen ve gören belediye gerekli tedbirleri alıp uygulamaya koyabilseydi ve başarılı da olsaydı bugün Kızılay’ın çöküntü merkezi olduğunu belki de konuşmayacaktık. Meselenin tarihi yönü, ibret yönü budur. İkinci olarak tarihten ibret alınsaydı ve gereği yapılsaydı başarılı olunabilir miydi? Buna doğrudan evet ya da hayır diye cevap vermek oldukça zor. Tüm dünyanın, ekonomilerin, modanın vs.’nin vahşi kapitalizmin boyunduruğu altında inim inim inlediği bu devirde şahsen bana sorarsanız deminki sonunun cevabı “hayır”dır. Dünyayı, özellikle üçüncü ve aşağısı ligdeki ülkeleri kasıp kavuran, soyup soğana çeviren vahşi kapitalist uygulamalar bir sel gibi bizi de önüne katmış ve ivmesi artan bir biçimde sürüklemektedir. Tabiatı yok etmeye, bindiği dalı kesmeye yönelik bu akılsız ve fikirsiz uygulamaların ne zaman biteceği henüz meçhuldür. Dünyayı kasıp kavuran kuraklık, seller, ekonomik kriz gibi bazı uyarıcılardan henüz tam ders ve ibret alamayan insanoğlu şuursuzca yürüdüğü bitiş ve tükeniş yolculuğuna esefle söylemek gerekirse dolu dizgin devam etmektedir. Şayet biz, ne yaptığımızı, ne yapacağımızı akl-ı selim ile bulup icra edebilirsek, yanlış yolda yürüdüğümüzü, bunu tamir etmemiz gerektiğini anlayabiliriz. Bundan sonrası ise kolaydır, çorap söküğü gibi gelir. Temiz, insancıl, dostane şehirler ve kent merkezleri yine bizim olur. Yok, şayet ibret almazsak; şimdiki ağladıklarımızın daha fenası vaziyetlerle karşılaşmamaz için ise bir sebep yoktur, maalesef. YANITLA