mza attığı eserlerle Türk mimarisinde derin izler bırakan
mimar-fotoğrafçı Arif Hikmet Koyunoğlu, Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda
açılan sergiyle tekrar gündeme geliyor. 19 Aralık 2008 – 17 Ocak 2009 tarihleri
arasında ziyaret edilebilecek sergide, Osmanlı Devleti’nin son silkinme dönemi
sayılabilecek II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında özellikle Ankara’da olgun
eserlerini veren Arif Hikmet Koyunoğlu’nun yaşam öyküsü ve yapıtları ele
alınıyor.
Sergiye, Hasan Kuruyazıcı’nın hazırladığı kapsamlı bir kitap da eşlik ediyor.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Mimar: Arif Hikmet Koyunoğlu – Anılar, Yazılar,
Mektuplar, Belgeler adlı kitapta, Koyunoğlu macera dolu yaşamını, kendi kaleme
aldığı anılarıyla anlatıyor. Ayrıca kitaba eklenen mimarlık konusundaki
yazıları, mektuplarından bölümler, kendi çektiği fotoğraflar da bu ilginç
kişiliği daha iyi tanıma olanağı veriyor. Mimarisinin en önemli binalarıyla ele
alınıp incelendiği bölüm ise okura onun mimar olarak başka ilginç bir yanını
gösteriyor.
Arif Hikmet Koyunoğlu
“Hayatı roman” deyişi sanki
Arif Hikmet Koyunoğlu’nu tanımlamak için söylenmiştir. Onun maceralarla
dolu yaşamı daha 14 yaşındayken, 1907’de babası ölünce başladı. 1910’da Sanayi-i
Nefise Mekteb-i Âlisi’nin Mimari Şubesi’ne girdi. Bir yandan okurken, bir yandan
da ailesini geçindirmek için çalışıyor, defter kalem satmaktan kalıpla yazma
basmaya, yabancı araştırmacılar için eski eserlerin rölövesini çıkarmaya kadar
çeşitli işler yapıyordu. Yine böyle bir iş için Rumeli’deyken kendini o sırada
patlayan Balkan Savaşı’nın içinde buldu. Başından geçmedik macera kalmadı.
Nalbantlık, aşçılık yaptı, ordu için gizli haber taşırken Sırplar tarafından
yakalanıp idama mahkûm edildi, bir tesadüfle darağacından kurtularak İtalya’ya
kaçtı.
I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine 1915 kışında askere alındı ve
Kafkas Cephesi’ne gönderildi. Osmanlı ordusunda bir kayakçı birliği kurmak için
getirtilen Avusturyalı subayların yanında görevlendirildi. Onların görevlerini
tamamlayıp geri dönmesinden sonra da bu birliğin başına getirildi. Dört yıl
boyunca hem kayakçı asker yetiştirdi, hem de yetiştirdiği askerlerin başında
savaşa katıldı.
Savaştan sonra döndüğü işgal İstanbul’unda yaşamını kendi
açtığı stüdyoda fotoğrafçılık yaparak kazanmaya çalıştı. İngiliz ve Fransız
polisiyle başı belaya girince Ankara’ya kaçtı. 1921’den 1930’a kadar kaldığı
Ankara’da serbest mimar olarak çalıştı. Bu dönemde bir yandan inşa ettiği
Etnografya Müzesi, Maarif Vekâleti ve Türk Ocakları Merkezi gibi binalarıyla
yeniden oluşturulmakta olan başkent Ankara’nın mimari çehresinin biçimlenmesinde
önemli bir rol oynarken, bir yandan da Cumhuriyet’in kurucu kadrolarından,
dönemin aydınlarından pek çok kişiyle tanıştı, yakın dostluklar kurdu, birçok
önemli olayın yakın tanığı oldu.
1930’dan sonra Bursa, ünlü Tayyare Sineması’nı inşa etmesi, ardından tekrar
İstanbul’a dönüş ve yavaş yavaş unutuluş… Ama Koyunoğlu yaşamdan hiç
kopmadı. Yetmiş yaşlarındayken uzun süre yurtdışı grup gezilerine katıldı,
Avrupa'nın neredeyse gezmediği yerini bırakmadı. Yaşı daha da ilerleyip gezilere
gidemez olunca, evinde anılarını yazmaya koyuldu; bir yandan da bir yaşam boyu
çektiği fotoğrafları kendi karanlık odasında basmaya girişti. O günlerde bir
olay yeniden hatırlanmasına ve ön plana çıkmasına yol açtı: Ankara’daki son ve
en önemli yapıtı olan Türk Ocağı binası Devlet Resim ve Heykel Müzesi haline
getirildi. Koyunoğlu 1980'de bu müzenin açılışı nedeniyle Kültür Bakanlığı
Onur Plaketi'ni, 1981'de yaşayan en yaşlı Türk mimarı olarak Mimarlar Odası Onur
Plaketi'ni, yine aynı yıl Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılı dolayısıyla verilen
Atatürk Sanat Armağanı'nı aldı. Bundan kısa bir süre sonra, 26 Temmuz 1982'de
yaşama veda etti ve İstanbul’da, annesi ile eşi için kendi çizip uygulattığı
mezara gömüldü.
Sergi, Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda 19 Aralık 2008 – 17 Ocak 2009
tarihleri arası hafta içi 10.00–19.00, Cumartesi 10.00–18.00 ve Pazar 13.00 –
18.00 saatleri arasında gezilebilir.
|